26 Aralık 2012 Çarşamba

Karanlıkoda


“Blog Hakkında” kısmında belirttiğim gibi, fotografın anlattığı, gösterdiği, hissettirdiği yanında mutfak kısmı aslında çok önemsiz kalıyor. Geçen yıl içinde blogumun zanaat ağırlıklı olmasını çok fazla sorguladım. Yani okuyucu zaman zaman “bu karanlıkoda geyiğine ne gerek var, neticedir önemli olan” demişse benim bunu kendime her hafta sorduğuma emin olabilir. Lakin baştan beri blogun “konsepti” analog siyah beyaz fotografın zanaat yönünü, mutfağı biraz daha fazla açmak, belki de işin bu kısmını hiç bilmeyenlere tanıtmak oldu. Kendi fotografı için bir faydasını gören olduysa ne mutlu bana.

Sizi bilmem ama ben şahsen bu işe giriştiğim için mutluyum. Çünkü en başta tanımadığım fotografçılarla tanışmama vesile oldu. E madem şimdi bir yılı doldurmuşuz, sanki uygun bir fırsat gibi duruyor…beni bu blogu yazmaya cesaretlendiren değerli dostum karikatürcü Hamza Akın'a teşekkür etmek isterim.

Yılın son yazısında bütün işlerin çıktığı mutfaktan, bizim karanlıkodadan birkaç fotograf paylaşayım. Keşke son 14 yılda bütün karanlıkodalarımın bir fotografını çekmiş olsaydım diyorum şimdi…leğenler yerde, agrandizör ütü masasının üstünde..müthiş iptidai ortamlar yani. Yine de, karartabildiğiniz bir mekana bir agrandizör, üç tane de leğen sığdırabildikten sonra bu iş yapılabiliyor. Aklıma özellikle yeni kıta fotografçılarının karanlıkodaları geliyor, ameliyathane gibi, suyu var, havalandırması var, var oğlu var. Halbuki hiçbiri şart değil. Merdivenaltlarına yapılmış minik odacıklardan canavar gibi baskıların çıktığını gördüm.

Benim hiçbir karanlıkodamda akar su olmadı, çünkü hep odanın yakınında banyo vardı. Bastığım fotografı banyoya götürür, orada yıkarım. Şimdikinde bir de balkon kapısı var, orayı açtım mı karanlıkoda havalandırması da çözülüyor.

Balkon kapısı ve panjur açık
Balkon kapısı ve panjur kapalı. Balkon camında ışık geçirmez kumaş var.
Fotograflarda sağda agrandizörlerin olduğu kuru bölüm, solda ise ıslak bölüm var. Islak taraf için bir marangoza 40x50 leğenleri alacak şekilde uzun bir masa yaptırdım. Masanın altında fotograf kartlarını vs tuttuğum bölmeler var. Bir de çekmeceler yaptırdım. Bunların üstünde yıkanmış fotografları kurutuyorum.

Islak taraf
Kuru tarafta ise iki agrandizörüm var. Soldaki sadece 35mm negatif alan Focomat Ic. Üstünde bir EL-Nikkor 50mm/f2.8 optik var. Bu agrandizör kondansör kafalı. Geçenlerde ebay’den Focomat için difüz ışık veren bir renkli kafa aldım. Geldiğinde bakalım monte edebilecek miyim.

Kuru taraf
Sağdaki ise en sık kullandığım Meopta Opemus 6a agrandizör. Bununla 35mm’den 6x6 negatife kadar çıkabiliyorum. Işık kaynağı Meopta Meograde adında difüz ve gayet homojen ışık veren bir multigrade kafa. Meopta bence fiyat-performans açısından çok çok iyi bir agrandizör. Bir kere hemen hemen her tarafı metal, özellikle negatif şasesi. Sütunun eğimli olması da benim için önemli. Düz sütunlu agrandizörlerde kafayı yükselttikçe, yani fotograf tabanda büyüdükçe, önce marjör sonra fotograf sütuna çarpmaya başlar ve baskı imkansız hale gelebilir. Bunu ancak duvar montajıyla veya sütunu taban sehpasından ayırmakla çözmek mümkün olur. Meopta gibi eğik sütunlu agrandizörlerde ise kafayı yükseltince tabandaki görüntü olduğu yerde kalır ve bu problem oluşmaz. Yıllar önce düz sütunlu bir Durst agrandizör kullanırken çok küfretmişimdir de, o yüzden bu özellik benim için çok değerli. Haa şu olabilir, agrandizör düz sütunludur ama kafa ve negatif sütundan uzak olacak şekilde tasarlanmıştır; bu da bir çözüm.

Kuru taraf
6x6 negatifler için bir 80mm/f4.0 Schneider Componon objektif, 35mm negatifler içinse son zamanlarda harikulade bir 50mm/f2.8 Minolta Rokkor objektif kullanıyorum. 35mm negatifler için bile difüz ışık kaynağından dolayı aslında Meopta’yı tercih ediyorum.

Şimdi keşke 6x9’a kadar, hatta 4x5 inç’e kadar çıkan bir agrandizörüm olsaydı diyorum. Eğer böyle bir agrandizör satmaya niyetli birisini tanıyorsanız lütfen bizi görünüz! J Bir mail atmanız yeter.

2013’te her şey gönlünüzce olsun. Görüşmek üzere.




19 Aralık 2012 Çarşamba

Brecon Beacons - Galler

Brecon Beacons, 2006

Fotograf, Britanya adasındaki Galler bölgesinde yer alan Brecon Beacons tabiat parkından. 800m civarındaki zirveleriyle bu bölge yaz kış popülerliğini sürdüren uzun yürüyüş rotalarına sahip. Arabamızı yol kenarındaki park yerine bıraktıktan sonra Pen Y Fan zirvesine doğru tırmanmaya başladık ama zaman zaman ürkütücü bir tipi çıkıyor, göz gözü görmez oluyordu. Altı üstü 886m demeyin, dağ dağdır, tepede hava şartları bambaşkadır, çok dikkatli olmak, riskleri tartmak gerekir. Yön kaybı ve soğuk insanın başına ciddi iş açabilir. Bizim şansımız yaver gitti, yükseldikçe hava düzelmeye başladı ve önce Corn Du, ardından da Pen Y Fan zirvelerine çıktık. Yukarıda olağanüstü güzel bir manzara bizi bekliyordu, uzaklardan kar yüklü bulutlar gelip gelip geçiyordu.

İniş sırasında ise karşımıza dört mevsim bu doğal ortamda yaşayan midilliler çıktı (Welsh Mountain Ponies).

Birkaç saat sonra, tekrar arabamızı bıraktığımız yere vardığımızda gözlerime inanamadım. Her yer hınca hınç dolmuş, insanlar, aileler karda dağa tırmanmak için akın akın buraya gelmişlerdi. Üstüne üstlük, acil bir durum olabilir diye yol kenarında büyük bir dağ kurtarma helikopteri bekliyordu. Bir yandan halkın bu doğa sevgisini, diğer yandan tedbir amacıyla bölgeye helikopter dahi gönderilmiş olmasını hala hayranlıkla hatırlarım.

Meraklısı için teknik bir muhabbet:
Orta format SLR makinada 80mm standart optik ve Kodak TriX film kullandım. Objektifin önünde sarı veya turuncu filtre de vardı. EI320’de pozladığım filmi 1+1 sulandırılmış D76’da yıkadım. Bugüne kadar hiç açıklamadan “EI” ibaresini kullandım. EI, Exposure Index anlamına geliyor ve pozlama için bizim kişisel olarak kullandığımız/kabul ettiğimiz film duyarlılığını ifade ediyor. Örneğin Kodak, TriX film için ISO standardına göre ISO400’lük bir hız ölçmüş, kutunun üstüne de bunu yazmış. Ama illa ki bu hızı kullanmamız gerekmiyor, kişisel tercihlerimize veya hedeflediğimiz bir negatife göre filmi daha az veya daha fazla pozlayabiliriz. Bu filmi EI320’de pozladım demek, ISO400’e nazaran 1/3 stopluk ilave poz vermişim demek. Aslında bu mesele çok derin, yani öyle kafamıza göre fazla/az poz vermekle iş bitmemeli, neyi niçin yaptığımız bilmemiz lazım. Şimdilik bu konuyu daha fazla deşmeyeyim…kısa bir yazıyla işin içinden çıkamayabilirim J

6x6 negatif

Negatif problemsiz. Filtre sayesinde gök mavisi ve bulutlar iyi ayrışmış. Düz baskıda gökyüzü hala biraz cansız kalmasına rağmen ilave pozun daha da karartacağı iyi bir "temel" var. Sağ ve sol alt köşelerde de daha fazla detay olmalı.

Düz baskı
Fotografı taramak için kullandığım tarayıcı yine beyazları çok iyi tutmuyor maalesef. Sağ-sol alt köşeler burada göründüğü kadar açık değil mesela. Ne kadar ayarlarla oynadıysam da bir türlü açık tonları istediğim gibi alamıyorum. Dün yeni bir tarayıcı aldım; bakalım o nasıl sonuç verecek!

Ana baskıyı 24x30cm ebatlarındaki Ilford Multigrade Warmtone karta yaptım ve Dektol kart banyosunda geliştirdim. Kar fotografı warmtone karta basılır mı diyeceksiniz şimdi, nitekim haklısınız. Standart Multigrade karta, üstüne de selenyum tonlanmış bir versiyon daha basmalıyım sanırım.

Önce 3.5 numara kontrast filtresiyle 16 saniyelik bir ana poz verdim. Aşağıdaki şema uyarınca sağ ve sol alt köşeleri biraz toparlamak için buralara 2 saniye daha ilave ettim. Gökyüzüne daha derin tonlar vermek içinse kırmızı hattın üstüne elimi maske olarak kullanarak ilave 6 saniye, sağ üst köşeye ise 4 saniye daha poz verdim.


Şimdi burada çok çok önemli bir mesele var. Gökyüzüne ilave poz vereceğiz, tamam da, bunu hangi kontrastta yapacağız? Ana poz kontrastı olan 3.5 numara ile mi? Birçok fotografta ana poz kontrastını kullanmak yeterlidir. Ama öyle fotograf vardır ki, multigrade kartın özelliklerini kullanmak daha iyi sonuç verir:

Yüksek kontrast filtreler koyu tonları, düşük kontrast filtreler ise açık tonları daha çok etkiler!

Bu cümleyi iyi anlamakta büyük fayda var. Buradaki fotograf için bu cümle şunu ifade ediyor: gökyüzüne ilave pozları düşük kontrast filtre ile versem beyaz bulutlar gri olur, mavi gök çok az etkilenir; ilave pozları yüksek kontrast filtre ile versem mavi gök daha da kararır, bulutların beyazı ise çok az etkilenir. Nitekim bu fotografta istediğim tam da bu ikincisi. Tersi durumunu da işe yaradığı fotograflar var tabii ki. Mesela şu: Çocuk İşçi

Filmin kontakt baskısının bir kısmı ile orjinal baskı



12 Aralık 2012 Çarşamba

Nazmi Kılıçer

Nazmi Kılıçer, Üsküdar, 2012

Fotograf makinam problem çıkardığında benim için tek adres var: Üsküdar Doğancılar’daki Nazmi usta. Zanaatındaki inanılmaz yetenekleriyle yurt çapında nam salmış olacak ki TRT bu yaz gelip hakkında program bile yapmış. Kimi Cumartesi günü, başka fotografçıların da buraya “takıldığı” saatlerde bir yandan gelişen enteresan muhabbetleri ve anektodları zevkle dinlemiş, bir yandan da “artık gitsem iyi olacak, adamın başından aşkın işi var” iç çelişkisiyle kıvranmışımdır.

Lakin Nazmi usta İstanbul defterini bir hafta sonra kapatıyor, bütün atölyeyi Altınoluk’ta deniz manzaralı bir eve taşıyor. Üsküdar’dan bir hatıra kalsın diye yaz sonunda atölyede fotograflar çekmek istedim; sağolsun kırmadı beni, tamam dedi. Bu fotograflar o günden.

Nazmi Kılıçer, Üsküdar, 2012

5 Aralık 2012 Çarşamba

Deri Pazarı - Kapalıçarşı

Kapalıçarşı - 2012

Belki dikkatinizi çekmiştir, fotograf makinası, yazılarımda üstünde durmadığım bir konudur. Bunun temel nedeni makinanın önemsiz olduğuna samimiyetle inanmamdır. Öte yandan, makina önemlidir de! Çelişki gibi görüneni açıklamaya çalışayım. Önemsiz olan şey X veya Y markası mı kullandığımız. Önemli olansa makina ile ne kadar rahat ve ne kadar akıcı olduğumuz. Rahat ve akıcı biçimde kullandığımız bir makina olduğu anda bunun hangi marka veya hangi tip olduğu bence önemsiz.

Makina ile “rahat” olmamızdan sadece ayarlarını hızlı yapabilmeyı falan kastetmiyorum. Özellikle insan/sokak fotografı gibi fotografçının dışarıdan gelen bir “yabancı”, bir “ne idüğü  belirsiz”, hatta bir tehdit olduğu ortamlarda makinayı asıl önemli kılan şey “rahat” kelimesinin altında yatan diğer anlamlar:

- Makinayı gözüme kaldırdığım zaman tehdit olarak algılanıyor muyum? Mesela büyük bir makinanın üstünde bazuka gibi bir objektif birçok ortamda rahatsızlık verebilir, doğallıklar bozulabilir, en kötü ihtimalle dayak yeriz J

- Makinayı kullanırken ben rahat mıyım, kendimden emin miyim, bir “zen” ruh hali içinde miyim? Değilsem bu çok çabuk hissedilir ve yine tehdit olarak algılanabilirim, doğallık bozulur. Yukarıda bazuka gibi bir objekifin tehdit olarak algılanabilmesinden bahsetmiştim. Ama kimi fotografçılar böyle ekipmanla bile o kadar rahat, o kadar kendinden emindir ki, karşısındakine bu rahatlığını hissettirir ve bir problem yaşanmaz. Elbette burada makinadan çok fotografçının kişilik özellikleri daha önemli bir parametre.

Fotograflarımda insan öne çıktığı için kendimi sessiz ve “alçakgönüllü” makinalarla daha rahat hissediyorum. Genelde eski ve demode görünen,  çok göze batmayan rangefinder veya TLR tipi makinalar oluyor bunlar. Gerçi orta format Rolleiflex TLR bazen beklemediğim şekilde  ilgi odağı da olabiliyor,  tanımadığım insanlar nostaljik nedenlerle yanıma gelip muhabbet ediyorlar (“eskiden dedem bunlarla şöyle şöyle güzel resimler çekmişti…”) J

Bu fotografta ben kadrajı kurarken bir esnaf gelip tabureye oturdu. Sakin, telaşsız netledim, kadrajı bir daha kontrol ettim, makinanın kayışını gererek kucağımda iyice sabitledim,  tadını çıkara çıkara deklanşöre bastım, filmi sararken de içimden amcaya teşekkür ettim….Rolleiflex TLR ile kendimi rahat hissediyorum (jilet gibi keskin, harikulade bir objektifinin olması da fena değil yani).

Meraklısı için teknik detaylar:
Ilford Delta3200 filmi EI1000’de pozlayıp stok ID-11’de 10.5 dakika yıkadım.


Gayet kolay bir düz baskı istediğim tonları ve kontrastı verdi. Düz baskı iyi görünüyorsa daha fazla kasmaya gerek yok. David Vestal’in dediği gibi: “Düz baskıya bir şans tanıyın”.

 1+9 sulandırılmış Kodak Rapid Selenium Toner ‘de yaklaşık 6 dakika tonlanmış baskı:




28 Kasım 2012 Çarşamba

Solan Lale


Bu blogu şu ana kadar üç aşağı beş yukarı takip ettiyseniz böyle bir fotograf size şaşırtıcı gelebilir. Gerçekten de bu tarz yakın plan çiçek fotografını çok nadir çekerim. Lakin bu lale evdeydi ve günlerce büyümesini, açmasını, solmasını izledim…e bir iki tane fotografını da çekelim şimdi. Lale, ömrünün sonlarına doğru bence en güzel "poz"larını verdi. Işık, balkon kapısından giren doğal ve difüz günışığı.

# Fotograf aslında tam siyah beyaz değil, en alttaki fotograflarda görülen sarımsı tonlarda. Ama hem renkli taramalarda yaşadığım sorunlar hem de yüzlerce farklı ekran tipinde renklerin bambaşka görünmesinden dolayı ana fotografı salt siyah-beyaz olarak göstermeyi tercih ediyorum.

Meraklısı için teknik bir muhabbet (dikkat, çok uzun):
Son zamanlarda selenyum tonlamaya karşı artan ilgimden bahsetmiştim. Bu fotografta bunu bir adım ileri götürdüm, yarı sepia yarı selenyum şeklinde bir tonlama yaptım. Aşağıda anlatacağım ama önce negatife bir bakalım:


Bu kez düz baskıyı koymayayım, negatifi okumaya çalışayım. Çiçeğin arkasına büyük siyah bir karton koymuştum ama bunu maalesef pek becerememişim. Bir kere sol altta kareye arka fonun kenarı girmiş. Daha da önemlisi, fonda ışık düzgün dağılmamış: karenin sol kısmı sağ kısma göre daha açık, yani düz baskıda sol taraf siyah olduğu zaman sağ taraf koyu bir gri olacak. Yani baskıyı çiçekteki tonlara göre yaptığımız zaman arka plan muhtemelen homojen çıkmayacak…nitekim öyle de oldu J Oysa ben simsiyah bir fon istiyordum.

Fiber tabanlı Ilford MGIV kart kullanarak önce 3 numara kontrast filtresiyle hızlıca üç tane test şeridi bastım. Şeritleri  mikrodalgada kuruttuktan sonra 14s’lik pozda karar kıldım.

Yukarıdan aşağı doğru 10, 14 ve 20 saniye
Burada göstermediğim bir başka test şeridiyle de arka planı komple siyah yapmak için gereken pozu 5 numara kontrast filtresiyle* ilave 14 saniye olarak belirledim.

Şimdi burada kritik soru şu: çiçeği korurken arka planı nasıl siyaha taşıyacağım? Bunu iz bırakmadan nasıl yapacağım?? Karanlıkodada daha deneyimsiz olanların karşılaştığı en büyük bela bu olsa gerek: maskeleme/yakma işlemleri sırasında iz bırakılır. Mesela sadece çiçeğe göre şöyle bir maske kessem,


bunu kullanarak çiçeği maskelesem ve arka fona ilave 14s’yi öyle versem olur mu? İz bırakmadan yapabilen kesin vardır ama ben henüz beceremiyorum J Çok kolay değil gerçekten. Kaldı ki sadece yaprakları değil, aynı zamanda çiçeğin sapını da doğal bir şekilde bırakmak gerektiğine dikkat çekerim.

Bu tür işlemler için benim taktiğim ilave müdahaleyi daha küçük parçalara bölmek! Böylece her müdahalede yapılan insani “hatalar” daha az belli oluyor. Bu fotografta ilave pozları üçe böldüm. Önce yukarıda gösterdiğim nispeten hassas maskeyi karta çok yakın tutarak çiçeği ve yaprağı 7s maskeledim.


Şimdi diyeceksiniz ki, o sol alttaki yaprağa sıfır yerleştirilen maske kesin iz bırakır. Maskeleri ful 7 saniye öyle tutsaydım, evet bırakırdı. Ama bu 7 saniyeyi ben 7 x 1 saniye olarak verdim. Ve her saniyede de maskeyi rastgele bir şekilde ve çok az oynattım; yani yine problemi daha küçük parçalara bölmek! Bu şekilde yapılınca herhangi bir iz kalmıyor.

Ardından daha kaba kesilmiş bir maskeyi daha yukarıdan tutarak fotografın sağ kısmına ilave 7s,


Sonra da benzer bir maskeyi yine aynı yükseklikte tutarak fotografın sol kısmına ilave 7s verdim.


Maskeler sabit tutulmuyor, hep ufak ufak salınıyor. Bir de bu iki pozun karenin üst kısmında üst üste binmesi problem değil çünkü zaten orası simsiyah olacak.

Son olarak da siyahları garantiye almak için büyükçe yuvarlak bir delik açılmış bir karton parçasını kenarlar boyunca biraz gezdirdim.


Sonuçta en tepedeki fotografı elde ettim.

Gelgelim işin ilginç tarafına. Lalenin yapraklarında sarı bir ton istediğim için önce çok hafif bir sepia tonlama yaptım. Şimdi burası önemli, çünkü neyi nasıl yaptığımıza bağlı olarak bambaşka sonuçlar elde edilebiliyor. Başka bir postada da yazmıştım, burada tekrarlayayım. Sepia tonerin farklı farklı çeşitleri var. Benim kullandığım Fotospeed markalı bir set ve iki kimyasaldan ibaret: ağartma ve toner. Çok temel olarak, iyice yıkanmış baskıyı önce ağartma banyosunda ağartıyoruz (icabında fotograf neredeyse kaybolana dek), yine iyi bir bir ara yıkamadan sonra baskıyı toner banyosuna aktardığımızda fotograf sepia tonları ile ortaya çıkıyor. Toner banyosunu nasıl hazırlamış olduğumuza bağlı olarak bu sepia ton da açık sarıdan koyu kahverengiye kadar değişebiliyor. Bu fotograf için toneri sarı tonlar alabileceğim şekilde hazırlamıştım.

Sepia tonlamada asıl mesele bence ağartma banyosunda. Çünkü ben ful sepiayı pek sevmiyorum, sadece açık tonlar hafif sararsın, siyahlar ise olduğu gibi kalsın istiyorum. Ama kullanma kılavuzunda yazdığı gibi ağartma banyosunu 1+3 olarak sulandırırsanız olanlar çok fena: banyo karta nerdeyse değdiği anda bütün tonlar açılmaya başlıyor; yani kontrol imkanı, yeterli gördüğüm ağartmadan sonra kartı çıkartma imkanı kesinlikle yok. Bu ağartma işini kontrol altına almak için farklı farklı sulandırma oranları denedim ve 1+49’da karar kıldım! Bu kadar seyreltik banyoda baskıyı yaklaşık 1.5 dakika tutunca hala etki pek belli olmuyor ama sonra toner banyosuna aktarınca (suyla iyice yıkadıktan sonra) açık tonlar hafif bir sarıya dönüyor…tam istediğim sonuç yani.

Baskıyı bu şekilde sepia tonlayıp yine güzelcene yıkadıktan sonra geçen hafta bahsettiğim şekilde selenyumdan geçirdim. Sonuçta aşağıdaki şekilde bir baskı ortaya çıktı:


Siyahlar o kadar derin ki, bizzat deneyerek görmeye kesinlikle değer.

Tonlanmamış bir baskı ile tonlanmışı arasında belirgin bir canlılık farkı var:


* arka fon için niye 3 değil de 5 numara kontrast filtresi kullandın diye soran olabilir. Çok temel ve önemli bir nedeni var. Onu da başka bir yazıda anlatayım. Bu yazı fazlasıyla uzadı zaten.



21 Kasım 2012 Çarşamba

Kapalıçarşı'da Maşallah

Kapalıçarşı, İstanbul, 2012
Kapalıçarşı’da sünnet kıyafetleri satan bir dükkan ve cafcaflı kıyafetler içinde grotesk suratlı  çocuk mankenler.

Meraklısı için teknik bir muhabbet:
İki hafta önce Ilford Delta3200 hakkında yazarken  f/2.8 diyafram ve 1/60 enstante ile Kapalıçarşı’da fotograf çekmekten bahsetmiştim. Bu böyle bir fotograf işte. Makina orta format Rolleiflex TLR. Filmi ISO3200 değil de EI1000’de pozladım ve 20 derecedeki sulandırılmamış stok ID-11’de 10.5 dakikada yıkadım.


Negatif gayet iyi, ama Delta3200 sanki Ilford DDX’te daha ince grenli çıkıyor.

Son zamanlarda selenyum tonerin güzelliğini tekrar keşfetmeye başladım. Daha doğrusu, selenyum tonerin Ilford Multigrade kartı adam edebileceğini keşfettim.  Ilford MG, warmtone versiyonunun aksine bence özellikle ara tonlarda ve siyahların derinliğinde biraz zayıf kalıyor. Nispeten güçlü bir selenyum tonlamanın kartı adeta dönüştürdüğünü fark ettim. Detayları aşağıda anlatacağım.

Önce düz bir baskıya bakalım:

Düz baskı
3.5 numara kontrast filtresi ile 17s’lik bir poz gayet düzgün sonuç veriyor.  Bu şekilde bırakmayı tercih eden de olacaktır ama fotografın üst yarısı biraz daha kuvvetli tonlar ister diye düşündüm.

Baskı planı
Elimi kullanarak önce yukarıdaki kırmızı hattın üst kısmına 4 saniye, yani ana pozun %25’i kadar ek poz verdim:


Ardından yine elimi kullanarak mavi hattın üst kısmını 5 saniye daha pozladım: 


Bütün bu ilave pozlar aslında tek “hamlede” yapıldı. Saniyeleri sesle duyuran bir metronom kullanıyorum. Metronom çalışırken elimi kırmızı hattaki pozisyona getirdim, kırmızı filtreyi kenara çekip 4 saniye saymaya başladım. 4 saniye dolunca elimi yukarı kaydırıp mavi hattın üstüne  ve gittikçe sola doğru kayarak 5 saniye daha saydım.

Geliştirme banyosu için ham kimyasallardan evde hazırladığım Ilford ID-20 formülünü kullandım.

Fotografı bir süre yıkadıktan sonra selenyum tonlamaya geçtim. Kodak Rapid Selenium Toner markalı bu toneri değişik sulandırma oranlarında kullanmak mümkün. Ayrıca her kartta da etkisi çok farklı olabiliyor. O yüzden testler yapmaktan başka çare yok. 1+19 sulandırma oranını (1 birim toner + 19 birim su) Ilford Galerie kartta birkaç hafta önce denediğimde 15 dakikalık tonlamadan sonra artık pes ettim, çünkü bu şekilde tonlanmış ile hiç tonlanmamış baskı arasında ben hiçbir fark göremedim. Bu tecrübeden sonra Ilford MG için sulandırma oranını 1+9 yapmaya karar verdim ve işin rengi değiştiverdi.  Yaklaşık 5 dakikadan sonra Ilford MG kartta gözle görülür şekilde kontrast hafif artmaya, ara tonlar ayrışmaya ve bütün ton paleti çok hafif bir mora kaymaya başladı. Aşağıda 5 dakika tonlanmış bir baskıyı görebilirsiniz:

Selenyum tonlanmış 24x30cm baskı. Kart Ilford MGIV
Tonlanmış Ilford MGIV ile tonlanmamışı arasında çok bariz bir canlılık farkı var. Hiç denemediyseniz mutlaka denemenizi öneririm.

Selenyum tonerin zehirli ve kanserojen olduğunu, iyi havalandırılmış bir ortamda ve kesinlikle eldiven ile kullanılması gerektiğini hatırlatmak isterim.

Geçen haftasonu sepia üstüne selenyum toner kullandığım bir baskı yaptım. Valla o kadar güzel oldu ki, her akşam eve geldiğimde çıkartıp bakmaktan kendimi alamıyorum J Altı üstü bir çiçek fotografı halbuki. O fotografı da haftaya paylaşayım diyorum.

14 Kasım 2012 Çarşamba

Phnom Penh'de Sağanak

Phnom Penh, Kamboçya, 2006
Aylardan Haziran, yani Kamboçya’nın yağmur sezonunun başı. Öğleden sonra saat 3 gibi adeta dört bir yandan gelen bulutlar tepemizde birleşip kaynamaya başlıyor ve kısa sürede müthiş bir sağanak iniyor. Fotografta, ağaçların arkasında kalan Tonle Sap ve dev Mekong nehirleri sanki beyaz bir perdenin arkasında kalmış. Bir saçağın altına sığınmışım. Yağmuru heyecanla izlerken yolun karşısından çocuklar koşturmaya başlıyor.

Meraklısı için teknik bir muhabbet:
Geçen hafta bu kısmı kısa kesmiştim, bu hafta biraz uzun tutayım ve özellikle baskı sürecini daha detaylı anlatayım. Bunları ilgiyle okuyan var mı acaba?? J

Çekim için 35mm rangefinder tipi makinada 35mm sabit optik kullandım. Ilford Delta100 filmi EI100’de pozlayıp 1+1 sulandırılmış ID-11’de yıkadım.


5 sene evvel bu kareyi daha düşük kontrastta ve buradakinden biraz farklı bir şekilde basmıştım. Bundan daha iyisi olabilir diye düşünmüş olmalıyım ki geçenlerde negatifi tekrar çıkartıp sıfırdan, önceki baskıyla ilgili aldığımı notlara bakmadan bir daha basayım dedim.  Ansel Adams’ın müziği kullanarak yaptığı benzetmeye ben de katılıyorum. Negatif notalar gibiyse baskı da performans gibidir demiş ya, öyle gerçekten.  Yıllar geçtikçe ve karanlıkoda tecrübesi arttıkça performansın iyileşmiş olduğuna dair bir iyimserlikle eski negatiflere tekrar dönmek iyi sonuçlar verebiliyor.

Çok kaba bir düz baskı şuna benzedi:


Dikkati çocuklarda toplamak için o kısmı biraz açmaya karar verdim. Oval şekil verdiğim büyükçe bir blu-tac parçasını telin ucuna takarak (burada son fotograftaki gibi) ana pozun yaklaşık 1/3’ü boyunca aşağıda kırmızıyla gösterdiğim alanda gezdirdim. Blu-tac çocukların üstünde olduğunda orada azıcık daha oyalandım. Ardından da gökyüzüne biraz daha ton vermek için bir karton parçasını mavi hattan yukarıya doğru gezdirdim.


Kart , 24x30cm ebatlarında fiber tabanlı Ilford Multigrade. Kart banyosu ise Ilford ID-20 adında bir formül. Uzun yıllar Dektol veya Bromophen gibi hazır kart banyoları kullandım. Ama son zamanlarda kart banyomu bazı temel kimyasallar ile kendim hazırlamaya başladım. Hem daha tasarruflu oluyor hem de kimyasalların oranlarını değiştirerek farklı özellikleri olan banyolar elde edilebiliyor. Başka bir yazıyı bu konuya ayırmaya planlıyorum.

Hypo Clearing Agent’tan geçirildikten sonra baskılar arşivsel kart yıkama makinamda yıkanıyor J




6 Kasım 2012 Salı

Nejat Yavaşoğulları

Dolmabahçe, 6 Kasım 2010

Özel güvenlik sektörünün gittikçe palazlanmasından ve bunun yarattığı psikolojiden midir nedir, artık adım atsam biri dur diyecekmiş gibi geliyor bana bazen. Kısmen bu yüzden olsa gerek, Dolmabahçe’den geçerken YÖK karşıtı bir mitinge rastladığımda hiçbir engelle karşılaşmadan, elimi kolumu sallaya sallaya en öne gidip Nejat Yavaşoğulları'nın mini konserini bu kadar yakından izlemek çok güzeldi.

YÖK 30 yıldan beri siyasi erkin üniversite üstündeki sopası olmakla eleştirildi ve bugün de birçok yerde protestolar olacak diye tahmin ediyorum.

Fotografta son şarkı (YÖK’ün Yıldönümüydü) bitmiş, Nejat abi seyirciye bir selam ve teşekkür gönderiyor.

...
 İndi kalktı coplar kollar yoruldu
Kızlar tekmelendi yerlerde süründü
YÖK'ün yıldönümüydü
Yerlere uzattılar yaka paça tuttular
Otobüse doldurup merkeze kapattılar
YÖK'ün yıldönümüydü 
...


Meraklısı için bazı teknik detaylar :
Fotografın içeriğinden dolayı biraz gereksiz olacağı için bugün kısa keseceğim.  Orta format Rolleiflex TLR makinada Fuji Neopan 400 film.


Bir negatifi (veya diapozitifi) elimize alıp ışığa tutmak ve fotografı doğrudan görmek,  bu fiziksellik güzel değil mi?

Baskı Ilford’un nedense pek lafı edilmeyen ve her zaman bulunmayan kartlarından Portfolio’ya. Kartın varoluş nedeni bir yerde yine fiziksellik. Duble kalınlıktaki bu plastik kart ile RC kartlara özgü yıkama, kurutma, düzleme kolaylığı ve fiber kartların kalınlıklarından kaynaklanan “kalite” algısı birleştirilmeye çalışılmış.




31 Ekim 2012 Çarşamba

Ilford Delta3200 - British Museum

British Museum, Londra, 2001

Geçen hafta değindiğim çalışmanın bir parçası olan başka bir kare. Yine fotograf çekmenin serbest, girişin ücretsiz olduğu muhteşem British Museum’da orta Amerika kültürü bölümü. Fotografın iskeletini oluşturan geometrik unsurlar beni oldum olası cezbediyor.  Konu çekici bir geometrik yapı içinde şöyle güzelcene eridiği zaman o fotografa uzun uzun bakabiliyorum.

Meraklısı için teknik bir muhabbet:
Bu yüksek hızlı filmler 3200 hızıyla pazarlanmalarına rağmen üreticinin yayınladığı teknik dökümanlar dikkatli okunursa kazın ayağının hiç de öyle olmadığı anlaşılır. Mesela Delta3200 teknik özellikler dökümanının ilk sayfasını dikkatlice okursanız, Ilford, bu filmin hızının kendi standart banyoları ID11 ile aslında ISO1000 olduğunu belirtiyor.  Benzer şekilde, Ergün Turan, piyasadaki bütün filmleri Kodak D76 banyosu ile bilimsel olarak incelediği “Siyah-Beyaz Negatif” adlı kitabında Tmax3200 için gerçek hızı ISO800, Delta3200 içinse ISO1000 olarak tespit ediyor*.  Uzun lafın kısası, D76 veya ID11 gibi normal hız veren bir film banyosu kullanıyorsanız basılabilir gölge detayı için Delta3200’ü EI 1000-1200 civarında pozlamak doğru olacaktır**.

Lakin insanoğlu anca hata yaparak akıllanıyor. Bu fotografı çektiğim dönemde başka hiçbir şey okumadan kutu üstünde ne yazıyorsa onu almışım, filmi EI3200’de pozlamışım J Aşağıda gördüğünüz gibi negatif son derece zayıf, gölge detayı hiç yok. Şansıma bu fotografta gölge detayı aramıyorum. Baskı içinse 5 numara kontrast filtresi kullanmam gerekti.


Microphen veya XTOL gibi hızı biraz arttıran banyolar ile EI 1600-2000 civarına çıkmak mümkün olabilir. Film hızını zorladığımız, push process denilen süreçte klasik gren yapısına sahip eski tip filmlerde D76/ID11 tipi banyoların sulandırılmadan - yani stok halde - kullanılması tavsiye edilirdi. Fakat Tmax ve Delta gibi yeni teknoloji filmlerde bunun tam tersi bir yöntem, yani fazla sulandırmak ve süreyi uzatmak öneriliyor. Mesele bayağı karışık aslında ve son söz söylenmemiş gibi; herkesin kendi testlerini yapmasında fayda var. Yine de başlangıç noktası olarak normalin iki katı sulandırma (mesela 1+1 yerine 1+2) ve %50-%100 süre artışı belirtiliyor***.  Bunların hiçbirini henüz denemedim. İlk fırsatta deneyip bir yazı konusu yapabilirim belki.

Peki Delta3200 gibi bir filmi kullanmak nasıl bir avantaj getirir? Kendim için konuşayım: ortalama koşullarda favori ISO400 filmimi 200 hızında pozluyorum (gerçek hızı da bence bu zaten). Yani Delta3200 ile 2.5 stopluk bir avantajım oluyor. Şimdi birçok iç mekanda EI200 hızındaki bir filmle poz f2.8 diyaframda yaklaşık 1/8 – 1/15 enstante çıkar. Dolayısıyla ISO1000 hızındaki bir film kullandığım anda 1/60 enstantane ile elden çekim yapabilecek duruma geliyorum (sayısal makinayla ISO bilmemkaçbine çıkıyorum ben yaa demeyin…bu blogun konusu değil o J). Örneğin Kapalıçarşı gibi rahat rahat tripod açamayacağınız bir mekanda bu son derece önemli bir avantaj. Orta format Delta3200 kullanarak Kapalıçarşı’da f2.8 diyafram ve 1/60 enstantanede çektiğim bir kare başka bir yazının konusu olsun…

20x25 ebatlarındaki fiber tabanlı Agfa MCC111’ye yaptığım baskı:


* Ergün Turan’ın kitabı çok başarılı ve son derece önemli bir referans kaynağı. Konuyla ilgiliyseniz kütüphanenizde bulundurmanızı tavsiye ederim.
** Banyo süresi olarak ISO3200 hızı için verilen süreyi kullanmanızı öneririm.
*** ”The Film Developing Cookbook”, Anchell & Troop, sayfa 61.



25 Ekim 2012 Perşembe

The Online Darkroom

Dear Reader,

If you have not arrived here from The Online Darkroom and you've been trying to decipher this blog with Google Translate, you can find translations of a couple of posts here.

In its original Turkish version I conceived this blog as a way of sharing my passion and what little information I have about film based photography and the darkroom, and hopefully encourage a few in my community. Never had I thought that there would be an international interest for my writing. Now that Bruce has asked me, I will try and translate some select posts once a month to be published on The Online Darkroom.

At this point I feel the urge to emphasize that I claim neither mastery nor authority. Most of the technicalities I write about I've learned from books and people far more knowledgeable than myself. I hope that the technical bits in my posts act as a useful starting point for the less experienced darkroom enthusiast. The key to improvement is further patient experimentation and adaptation to individual circumstances.

As a user of both digital and analog means I'm convinced that printing black&white film in a darkroom is still a valid and highly satisfying way of producing prints of superb quality and this should not be allowed to die without a fight :) Coexistence is the key word for me.

23 Ekim 2012 Salı

Kodak Tmax3200 - Elveda

British Museum, Londra - 2003

Birkaç hafta evvel Kodak, yüksek hızlı Tmax3200 filminin üretimini durdurduğunu açıkladı. Müze-insan ilişkisi üstüne yaptığım bir fotografik çalışmada yoğun olarak Tmax3200 kullanmıştım. Haliyle Kodak’ın kararı canımı sıktı. Grenli olmasına grenliydi ama şahsen ton paletini sevmiştim.

Şimdi elimizde yüksek hızlı film olarak Ilford Delta3200 kaldı. Delta3200 hem 35mm hem de orta format olarak üretiliyor (bir örneği burada: Orta format Ilford Delta3200). Önümüzdeki hafta 35mm Delta3200 kullandığım bir kareyi paylaşayım diyorum.

Buradaki fotograf British Museum’un Mısır bölümünde çekildi. İki kadın bir mumyayı dikkatle inceliyor. Londra’daki müzelere giriş bedava! Fotograf çekimi tripodsuz serbest! Yani daha ziyaretçi dostu bir ortam zor bulunur. Bizim İstanbul Modern’i düşünüyorum da, geçen Pazar gittiğimde güvenlikçiler duvardaki etiketin fotografını cep telefonuyla çeken adamın üstüne çullandılar “çekmeyin, çekmeyin!” diye.

Meraklısı için teknik bir muhabbet:
Bu filmi kullanmış olan kimle konuşsam yok 12000’de çektim, yok 25000’de çektim şeklinde yorumlar aldım. Valla nasıl bir film banyosuyla böyle hızlara ulaşıyorlar bilmiyorum ama ben Tmax3200’ü EI1200’de çekerdim. Negatiflerimde gölge detayı olsun istiyorum hep ve anca bu hızda çektiğimde tatminkar sonuçlar aldım (Delta3200 için de aynı şey geçerli). Zaten Kodak bu filmi P3200 olarak da adlandırılıyor. “P” nin anlamı Push, yani 3200 hız aslında zorlanmış bir hız demeye getiriyor. Bu makarada 1+4 sulandırılmış Tmax banyo kullandım, 20 derecede 12 dakika yıkadım.


35mm rangefinder tipi makinada 35mm optik kullandım.

Gren hakkında bir fikir vermesi için taramadan detay bir kesit:
Tmax3200 - baskıdan detay

20x25cm boyutlarındaki fiber tabanlı Agfa MCC111 karta yaptığım bir baskı:

17 Ekim 2012 Çarşamba

Apollon Tapınağı - Didyma

Apollon Tapınağı, Didyma, 2012

Yolunuz Didim civarına düşerse, Apollon Tapınağı’na mutlaka birkaç saat ayırmanızı öneririm. Bu iki devasa sütunun ihtişamını ve yapıdaki taş işçiliğinin güzelliğini görünce antik Helen uygarlığına tekrar şapka çıkarttım. Tapınağı o kadar sevdim ki, iki ayrı günde farklı farklı saatlerde gelip fotograflar çektim. Bu fotograf son akşamdan; artık ana siteden çıkmışız, tellerin arasından son bir bakış atıyorum, güle güle diyorum.

 Deklanşöre basmak için bulutun o konuma gelmesini, sütun başı için bir arka fon oluşturmasını bekledim. Zaten fotografın heyecanı da bu değil mi? Vizörden bakıyorsunuz ve Henri Cartier-Bresson’un çok güzel ifade ettiği gibi “…no…no…no….oui!!” diyorsunuz.

Meraklısı için teknik muhabbetler:
40 yıllık SLR makinada (Nikon F2)  105mm optik ve sarı filtre. Kodak Tmax400 filmi EI200’de pozladım, 1+1 sulandırılmış Ilford ID-11’de 9 dakika yıkadım.


Normalde filmin greniyle bir derdim yoktur. Hele hele Tmax400 zaten son derece ince grenli. Ama bu karenin 30x40 baskılarını ilk yaptığımda nedense greni biraz sert buldum. Nasıl anlatsam? Sütun sanki daha bir form kazanmalıydı, öne çıkmalıydı, ve gren sanki bunu biraz engelliyormuş gibi geldi. Filmin grenini baskıda azıcık yumuşatmak istediğim zaman aşağıda gördüğünüz el yapımı bir difüzor kullanıyorum. Yıllar önce kalınca bir telden halka yapmış ve siyah naylon kadın çorabından kestiğim parçayı kenarlarından halkaya dikmiştim.


Bu müthiş icadı kullanmanın değişik yöntemleri var. Mesela bütün poz boyunca kullanırsanız fotografın siyahının beyazlara aktığı yumuşak ve difüz bir sonuç elde edersiniz. Kadın portrelerinde “çok kötü çıkmışım yaa” zılgıtını yememek için bu şekilde kullanılabilir!

Pozun sadece bir kısmında kullanarak daha ara sonuçlar elde ediliyor: mesela %50 difüzersiz ve geri kalanında difüzerli bir baskı netice itibariyle difüz görünmeyecek ama onun yerine grenin sertliği biraz kırılacak. Yanlış anlaşılmasın, gren flulaşmıyor, baktığınızda yine görünüyor ama fotografın bütününde gren izlenimi biraz azalıyor. Anlatması zor, ekrandan görmek ise imkansız… en iyisi denemek ve doğrudan baskının kendisinde görmek.

Burada uyguladığım yöntem bu ikincisi oldu. Yalnız önce difüzerin yarattığı ışık kaybını ölçmek gerekiyor. Benim durumda tam 1 stop’luk bir kayıp olduğunu daha önce belirlemiştim (yani, örneğin poz için 10s belirlediysem, ful difüzer kullanma durumunda 20s pozlamalıyım). Bu baskıda test şeritleri ile poz için 20 saniyede karar kıldım, süreyi ikiye böldüm, kartı 10s difüzersiz, 20s de difüzerli (1 stop kayıp nedeniyle) pozladım.

Efsanevi fotografçı W. Eugene Smith’in de benzer bir yöntem kullandığını biliyor muydunuz? Bahsettiğim gibi, grenin sertliğini kırmak için sık dokunmuş tellerden yapılma eleğe benzer bir şey kullanıyordu.

Fırından yeni çıkmış, 30x40cm ebatlarındaki mat yüzeyli Ilford Multigrade warmtone karta baskı:


Kodak Rapid Selenium Toner ile güçlü bir selenyum ton versem nasıl olur acaba dedim ve 1+9 sulandırma oranında yaklaşık 15 dakika ful tonladım. Solda tonerle patlıcan rengine dönmüş baskı, sağda ise tonlanmamış baskı: