Kapalıçarşı - 2012 |
Belki dikkatinizi çekmiştir, fotograf makinası, yazılarımda
üstünde durmadığım bir konudur. Bunun temel nedeni makinanın önemsiz olduğuna
samimiyetle inanmamdır. Öte yandan, makina önemlidir de! Çelişki gibi görüneni
açıklamaya çalışayım. Önemsiz olan şey X veya Y markası mı kullandığımız.
Önemli olansa makina ile ne kadar rahat ve ne kadar akıcı olduğumuz. Rahat ve
akıcı biçimde kullandığımız bir makina olduğu anda bunun hangi marka veya hangi
tip olduğu bence önemsiz.
Makina ile “rahat” olmamızdan sadece ayarlarını hızlı
yapabilmeyı falan kastetmiyorum. Özellikle insan/sokak fotografı gibi
fotografçının dışarıdan gelen bir “yabancı”, bir “ne idüğü belirsiz”, hatta bir tehdit olduğu ortamlarda
makinayı asıl önemli kılan şey “rahat” kelimesinin altında yatan diğer
anlamlar:
- Makinayı gözüme kaldırdığım zaman tehdit olarak algılanıyor
muyum? Mesela büyük bir makinanın üstünde bazuka gibi bir objektif birçok
ortamda rahatsızlık verebilir, doğallıklar bozulabilir, en kötü ihtimalle dayak
yeriz J
- Makinayı kullanırken ben
rahat mıyım, kendimden emin miyim, bir “zen” ruh hali içinde miyim? Değilsem bu
çok çabuk hissedilir ve yine tehdit olarak algılanabilirim, doğallık bozulur.
Yukarıda bazuka gibi bir objekifin tehdit olarak algılanabilmesinden bahsetmiştim.
Ama kimi fotografçılar böyle ekipmanla bile o kadar rahat, o kadar kendinden emindir
ki, karşısındakine bu rahatlığını hissettirir ve bir problem yaşanmaz. Elbette burada makinadan çok fotografçının kişilik özellikleri daha önemli bir parametre.
Fotograflarımda insan öne çıktığı için kendimi sessiz ve
“alçakgönüllü” makinalarla daha rahat hissediyorum. Genelde eski ve demode
görünen, çok göze batmayan rangefinder
veya TLR tipi makinalar oluyor bunlar. Gerçi orta format Rolleiflex TLR bazen beklemediğim
şekilde ilgi odağı da olabiliyor, tanımadığım insanlar nostaljik nedenlerle
yanıma gelip muhabbet ediyorlar (“eskiden dedem bunlarla şöyle şöyle güzel
resimler çekmişti…”) J
Bu fotografta ben kadrajı kurarken bir esnaf gelip tabureye oturdu. Sakin, telaşsız netledim, kadrajı bir daha kontrol ettim, makinanın
kayışını gererek kucağımda iyice sabitledim,
tadını çıkara çıkara deklanşöre bastım, filmi sararken de içimden amcaya
teşekkür ettim….Rolleiflex TLR ile kendimi rahat hissediyorum (jilet gibi keskin, harikulade bir objektifinin olması da fena değil yani).
Meraklısı için teknik detaylar:
Ilford Delta3200 filmi EI1000’de pozlayıp stok ID-11’de 10.5
dakika yıkadım.
Gayet kolay bir düz baskı istediğim tonları ve kontrastı
verdi. Düz baskı iyi görünüyorsa daha fazla kasmaya gerek yok. David Vestal’in
dediği gibi: “Düz baskıya bir şans tanıyın”.
1+9 sulandırılmış
Kodak Rapid Selenium Toner ‘de yaklaşık 6 dakika tonlanmış baskı:
I'd say: Very good use of Delta 3200. Although this is a not that easy to meter subject the negative looks great. Good job!
YanıtlaSilAnd now I have to go and lookup some words in turkish to be able to submit this comment :-)
Cheers
Ruediger
Thanks Rüdiger.
YanıtlaSilBy the way, I'm glad you're back on track with your Rolleicord.
Cheers
Also, it never occurred to me that the comment submit menu would be in turkish from everywhere in the world. Hmm, I wonder if there's anything I can do about that...
YanıtlaSilI tried with different browsers and all show the comment form in turkish - which i think is not a problem if your main audience is in Turkey. And all the rest of us can make their way through it. At least I did, so others should be able too.
YanıtlaSil