3 Aralık 2014 Çarşamba

Yarım

İstanbul, 2014

"Kertesz" diye heyecanla geçirdim içimden, yanından geçtiğim bankta bu sahneyi görünce.

Andre Kertesz'in kitaplarına, fotograflarına yıllardan beri bakarım. Ve ne zaman karşıma "Disappearing Act" çıksa orada durur, sırrı çözmeye çalışırım. Hala çözebilmiş değilim. Andre usta karanlıkodada bir numara mı çevirmiş, yoksa başka bir halt mı var bilemiyorum. Sizin malumatınız/fikriniz varsa lütfen yorumlar kısmında belirtiniz, beni bu dertten kurtarınız.

Bizim fotoda tabii Andre babanınkindeki gibi bir ustalık, bilmece, sır yok; neyin ne olduğu ayan beyan ortada.

Disappearing Act - Andre Kertesz

Karanlıkoda notları:

Fotografın sağ kenarına dikkatle bakarsanız koyu bir leke görürsünüz. Geçen senelerde başıma tam anlamıyla bela olan bir kabustu bu. Orta format filmlerimi yıkarken bir şekilde spiral ile film arasında hava kabarcığı oluşuyor, bu da oralarda yetersiz gelişmeye neden oluyordu. Bu kabarcık oluşumunu anlamaya ve çözmeye çalışırken aşağıdaki fotografı çekmiştim. Kırmızı oklar baloncukların film ile spiral arasına nasıl inatçı bir şekilde sıkıştığını gösteriyor.


E kardeşim, tankı her ters düz edişten sonra altını sehpaya vursana demeyin, çünkü zaten yapıyorduk herhalde bunu. Ama kabarcıklara nedense tesir etmiyordu. Apartmanı güm güm inlettiğim çok vurma şekli denedim, her birinden sonra tankı açıp bizim çocuklar ne yapmışlar diye baktım. Hatta bir ara ümidi kesip hiç çalkalamayayım, Paterson tanklarla gelen çubuklar ile spirali çevireyim dedim, ama o da başka problemler yarattı. Neyse, en sonunda bir yöntem buldum: tankın sadece altını değil, yanlarını da mermer sehpanın kenarına birkaç kez vurmam gerekiyor, baloncukları ancak bu patlatıyor. Böylece problem %99 çözüldü. Çok nadir de olsa hala başıma gelebiliyor ama...bu fotoda olduğu gibi! Belki sizin de benzer bir probleminiz olabilir diyerek başımdan geçenleri yazayım dedim. Probleminiz yoksa...problem yok o zaman, dokunmayın :)

Baştaki foto için orta format Pentax645 makinada Tmax400 film kullandım, onu da ev yapımı FX-37 formülüyle yıkadım (1+3 sulandırma ile 9 dakika). FX-37 benim istediğimden biraz grenli sonuç veriyor. Öyle olduğunu formülün mucidi söylüyor zaten. Orta format ile yine fena değil ama 35mm için kullanmam. Şahsen FX-15 veya D76/ID11'i tercih ederim. Tabii bu yorumum Tmax400 film ve benim beğeni anlayışım özelinde. Belki başka filmlerle daha iyidir. Mesela Delta3200 ile iyi diyenler var.


Haydi sağlıcakla kalın, sizi mutlu eden fotograflar çekin...

9 Kasım 2014 Pazar

Atlı - Trinidad

Trinidad, Küba, 2005

Bugüne kadar fiber kartların yıkanması ile ilgili hiçbir şey yazmamışım. O kadar da önemli bir mesele halbuki. Tamam, fiber kartları uzun yıkamak gerektiğini hepimiz biliyoruz ama işi abartıp anlamsız su israfını da engellesek fena olmaz. Sabitleme banyosu (fixer) ile ilgili varyasyonlara bu yazıda girmeyeceğim, önerilen sabitleme metotlarından birini kullandığınızı varsayacağım.

Evet cancağızlarım, bir resim bin kelimeye bedelmiş. Aşağıdaki grafik bence söylenmesi gereken her şeyi açık ve net bir şekilde söylüyor.

Büyütmek için tıklayın

Grafiğin kaynağı: "The Art of Enlarging", David Vestal*. Kitapta analiz uzun uzun anlatılıyor, bir sürü kart fixer'den sonra farklı sürelerde yıkanıyor ve sonra bunların her birinde kalan hipo miktarı - yani, yıkamaya rağmen kartın dokusunda hapsolmuş miktar - kimyasal bir yöntemle belirleniyor.

Piyasada Kodak Hypo Clearing Agent veya Ilford Washaid benzeri yıkamayı hızlandıran kimyasallar var. Ben bunlara bu yazıda kısaca YY (Yıkama Yardımcısı, yani Washing Aid) diyeceğim. Grafik çok net: YY kullanılmadan 2 saat boyunca yıkanan kartın dokusunda kalan hipo (fixer) miktarı, birkaç dakika YY'den geçirilmiş ve sonra 5 dakika yıkanmış kartta kalandan daha fazla! Bu grafiği gördükten sonra YY kullanmamak bence günah :)

Ben şöyle yapıyorum. Fixer'den çıkmış baskıyı kısa bir süre yıkıyorum. Baskının olduğu leğene 4-5 kez biraz su doldurup boşaltmak kadar basit bir şey bu. Sonra leğene YY boca edip, biraz leğeni sallıyorum ve karanlıkodaya dönüyorum. En az 10 dakika böylece YY'de geçmiş oluyor. Ardından YY'yi  kendi kabına aktarıp leğene tekrar birkaç kere biraz su doldurup boşaltıyorum ve sonra işime gücüme dönüyorum. 1-2 saatlik bir süre zarfında arada bir leğendeki suyu yeniliyorum. Vakit geç ise baskıyı sabaha kadar suda tuttuğum da oluyor. Bu şekilde baskının arşivsel kaliteye geldiğini ümit ediyorum.

Bu arada, YY için hazır ürüne para harcamaya gerek yok. Altı üstü 1 litre suya 20g sodyum sülfit atıp karıştıracaksınız, o kadar. Film için de kullanmak istiyorsanız buna 2 gram sodyum bisülfit (veya sodium metabisülfit) dahil edin. Bunlar İstanbul Sirkeci'deki kimyacılarda rahatlıkla bulunabiliyor. 1 kilo sodyum sülfit son aldığımda 5 liraydı!

Son olarak, benim karşıma çıktığı için sizin de başınıza gelebilecek bir "probleme" değineyim. 20g sodyum sülfit ile hazırlanmış YY'den geçirilmiş baskı bütün yıkama işleminden sonra kuruyunca bazen üstünde çok ince, toz benzeri bir katman kalabiliyor. Sudaki kalsiyum baskının üstüne çökeliyor diye anlıyorum. Hazır YY'lerde bunu engelleyen ilave kimyasallar var, ama benim de çözümüm son derece basit: bakkaldan alınan renksiz sirke. Yıkamanın en sonunda baskının üstüne sirkeyi boca edip 1-2 dakika içinde tutuyorum, biraz yüzeyini ovalıyorum falan. Sirkeyi geri kendi kabına döktükten sonra yine birkaç kez suyla yıkanan baskı kuruyunca yüzeyi pırıl pırıl oluyor.

Bakkaldan alınabilecek limon tuzunu YY'ye ilave ederek de çözüm sağlanıyor diye duydum, ama ben henüz denemedim. Sizlerin bu konuda farklı bilgi veya deneyimleriniz varsa duymak isterim.

Büyütmek için tıklayın

Bu fotografın negatifi (Kodak Tri-X, 4.5x6cm format) gayet güzel olmasına rağmen baskısı bana zor geliyor. Gölge ve aydınlık dengesi için çok hassas bir nokta var. Arşivdeki eski 30 x 40cm baskıya baktım geçen gün; cık dedim, hangi kafayla basmışım bunu dedim. Dün sabah altıda karanlıkodanın yolunu tuttum, bir kez daha 30 x 40cm Ilford Multigrade Warmtone karta baskı için ter döktüm. Ahh, ne güzeldir sabahın karanlığında karanlıkodaya girmek, CD'çalara Bach koyup sesi kısığa almak ve fotograf basmak. Neyse, bu sefer tam istediğim gibi oldu. Baskıyı bir de 3 dakika selenyum tonerden geçirdiğim vakit hava artık aydınlanmıştı...balkona çıkıp fotografını çekmek kalmıştı geriye.

* Kısa alıntılar OK'dir diyor kitapta, o yüzden copyright sıkıntısı olmaz umarım. Grafikteki yazılar orijinalinde tabii ki İngilizce. Ben oraları kesip türkçesini yazdım. Yüz kızartıcı bir suç mu işliyorum, emin değilim. Bilginin Türkçe konuşan dünyada yayılması için bedavaya uğraşıyorum şunun şurasında.

4 Kasım 2014 Salı

At Üstünde

Yer, tarih ve fotografçı bilinmiyor

Yaş kaç acaba? Yüzüne bakınca tam kestiremiyorum. Yirmi, artı eksi üç yıl olabilir. O halde 1940'lar civarı olmalı. Cepheden köye ve çiftliğe izinli döndüğü bir gün mü çekildi bu fotograf, yoksa savaşın çıkmasına daha var mı? Her halükarda, burada yazdığım başka bir negatif/fotograf gibi, kimliği belirsiz bir deklanşörün elinden çıkma dedemin bu fotografı da yıllar sonra bana emanet edildi; 75 yıl sonra ilk kez agrandizör baskısı yapıldı.

4.5 x 6cm negatifte poz ve kontrast gayet iyi aslında. En azından baskıda hiç zorlanmadım.


Ama bakımsızlık ve aradan geçen zaman olumsuz etkilerini göstermeye başlamış. Emülsiyon tarafında lekelenmeler oluşmuş maalesef.


O dönemlerde agrandizör baskı hemen hemen hiç yoktu, genelde kontakt baskılar yapılıyordu. Hepimizin aile arşivinde aşağıdaki gibi eski kontakt baskılar eminim vardır. Ben çok severim bu minik baskıları.


Diğer yandan, negatif 4.5 x 6cm olunca küçücük fotografta detayları seçmek iyice zorlaşıyor.O yüzden geçen gün büyük bir baskı yaptım. Ilford Multigrade FB kart kullandım ve selenyum tonladım. Yeni ve eski özgün baskıyı aşağıda beraber görebilirsiniz.

18 Ekim 2014 Cumartesi

Bolca Parmak

Karaköy, İstanbul - 2014
Geçen haftaki postamın devamı niteliğinde bir fotograf. Ağustos sıcağında kendilerini Haliç'e atan gençlerin keyfi yerinde.

Meraklısı için karanlıkoda:
Orta format Rolleiflex T makinada Kodak Tmax400 film kullandım. Bunu, Pompeiopolis yazısında bahsettiğim FX-15 film banyosunda yıkadım.


Negatiflerden gördüğünüz gibi geçen haftaki fotograf son kare, buradaki ise sondan bir önceki.

İstanbul'da hala sağda folda eski Forte kartlardan bulunabiliyor, hem de çok ucuza. Ben Sirkeci'den epey bir Forte BN4 ve FN4 topladım. BN4 soğuk tonlar, FN4 ise sıcak tonlar veriyor. FN4, Fortezo olarak da biliniyor. Bunlar o kadar güzel kartlar ki, bencillik edip burada hiç yazmamam, bu sırrı yaymamam lazım belki de! Tek "sorun", bu Forte'ler sabit kontrastlı, yani negatifin karta uygun kontrastta olmazı lazım. Ama o da bir kere tuttu mu, çok güzel baskılar çıkıyor.*

Bu baskıda BN4 kullandım. Normalde bu tür bir konu için daha sıcak bir kart kullanırım, ama soğuk kartı sonra hafifçe sepia tonlasam ne olur merakının bu seçimde etkisi var (bir önceki "Orta Parmak" baskısı FN4'e).

Önce küçük bir test şeridini en önemli yere yerleştirip 20 saniye pozladım...göz kararı bir poz her zamanki gibi; yani bakalım işin neredeyiz? Aşağıda en soldaki parça bu.


E biraz koyu olmuş ama "doğru" pozun çok da abartı uzağında değiliz. İki parça daha kestim 30x40cm karttan. Birini 17s, diğerini 14s pozladım (ortadaki ve sağdaki). 14s iyi gibi duruyor: gölgelerde yeterince detay var ve genel ton dağılımı da iyi. Ama bu kart kuruyunca nasıl olacak? Hani "dry-down effect" diyorlar ya...mesela FN4 çok fena koyulaşıyor kuruyunca. O yüzden test şeridini mikrodalgaya attım ve 30s kadar çevirip kuruttum.


Valla hayret! Kurumuşunun ıslaktan pek bi farkı yok gibi.

O zaman devam. 14s'de ful bir baskı yaptım ve aynı poz verilmiş daha küçük bir parça ile de sepia toner'i denedim. FN4'te olduğu gibi BN4'te de sepia'nın ağartma banyosu adeta bomba düşmüş etkisi yaratıyor, neredeyse anında ağarma başlıyor...ki ben normalden çok daha seyreltik bir ağartma banyosu hazırlıyorum. Aşağıda ful ıslak baskıyı ve 30 saniye ağarmadan sonra sepia tonerden geçmiş kart parçasını görebilirsiniz.


Sepia iyi güzel de, bu kadarı bana fazla. Karar verdim, ikinci baskının üstüne ağartmayı döktükten hemen sonra çıkartıp suya sokacağım. Neticede bu bile zor oldu ama sonuç benim zevkime göre daha iyi. Aşağıda hem hafifçe tonlanmış hem de tonlanmamış iki baskıyı - kenarları giyotinle düzgünce kesilmiş şekilde - görebilirsiniz.


* Kamu yararı için bir uyarıda bulunayım. Forte'nin PW14 denilen multigrade kartlarının piyasada kalan son paketlerinde sorun çıkma ihtimali var. Baskılar kuruduktan sonra beyazlarda morarmalar olabiliyor.

28 Eylül 2014 Pazar

Pompeiopolis - Soli

Pompeiopolis, Mersin - 2014
Mersin'i geride bırakıp Mezitli'ye vardığımızda güneye döner, bir süre sonra bu sütunların yanından geçip Viranşehir sahiline varırdık. Sütunları hayretle gördüğüm an Adana'da başlayan yolculuğun sonuna geldiğimizi anlardım. 80'lerin başlarıydı. İlkokuldaydım. Yazları birkaç ay Viranşehir kamp alanında birçok başka yazlıkçıyla beraber çadır kurardık ailecek. Çadırın kısmen tabanı yoktu diye hatırlıyorum; yani kum üstündeydik. Şamandıralı oltamla tuttuğum çupralar ve ailevi gerginliker hala canlı bir şekilde hafızamda...bir de sahilin ucundaki büfede bir çocuğun getirdiği Commodore 64 bilgisayar. Oyunları hep kendi oynardı namıssız!

İlkokuldan sonra Viranşehir'e gitmeyi bıraktık. Mersin-Erdemli arasındaki yazlık sitelerin büyük ölçekli yapımına başlandığı, o uzun apartman duvarının örüldüğü dönemlerdi. Aradan geçen 30 yılda Viranşehir'deki sütunlara ne olduğunu hep merak etmişimdir ama bir türlü gidip bakmak kısmet olmamıştı. Zaten uzunca bir süredir Mersin'in Mezitli'yi yuttuğunu, Viranşehir'in artık koca şehrin içinde kaybolup gittiğini duymuşumdur.

Bu yaz şeytanın bacağını kırdık. Sıcağın bir nebze olsun hafiflediği bir öğleden sonra hanımla beraber minibüse atlayıp Mezitli'nin yolunu tuttuk. Google Maps'ten harabeleri tespit ettik. GPS yardımıyla doğru sapakta minibüsten indik. Ana yoldan güneye giden caddeye girdik. Apartmanların, Suriye'lilerin açtığı dükkanların arasından geçtikten bir süre sonra önümüzde bir boşluk açıldı ve karşımıza denize doğru yaklaşık 400m uzanan sütunlar çıktı. 80'lerde korumasız bir biçimde bir sazlık denizinin ve bataklığın ortasındaydılar. Şimdi etrafları tellerle çevrilmişti. Deniz tarafındaki uçta arkeolojik kazılar ve restorasyon çalışmaları yapılıyordu. Bir şekilde korunmaya çalışıldığını görmek sevindirici. Diğer yandan, para ve rant için her şeyin feda edilebildiği bu memlekette neyin ne kadar korunabileceği belli olmuyor. 

Baştaki fotografı kuzeyden denize doğru çektim. Aşağıdaki ise kuzeye doğru bir bakış. Binalar antik yolu yutacakmışçasına yaklaşmış.

* Bu sütunlar aslında daha içerideki tarihi Soli ve ardından Pompeiopolis kentine sahildeki limandan bağlanan yolun parçasıydı.


Pompeiopolis, Mersin - 2014

Meraklısı için teknik bir muhabbet:

İlk kez renkli bir ana fotograf kullanıyorum. Sepia tonlanmış baskının tarayıcı çıktısının orijinali gibi gözükmesi için biraz uğraşmam gerekti. Neyse, oldu bir şekilde.

Yanıma sadece Rolleiflex T makinayı almıştım. Tellere tırmanarak veya tellerin arasından çekmek gerekti. İlk fotograf için Kodak Tmax400 filmi ev yapımı FX-15 film banyosunda yıkadım.


Son 10-15 orta format filmimde FX-15 kullandım. Bu formül The Darkroom Cookbook'un bendeki basılı versiyonunda bulunuyor ve yazarlar Geoffrey Crawley'in 60'larda geliştirdiği FX serisi film banyoları içerisinde özellikle bunu öneriyorlardı. Bir zamanlar piyasada Paterson Acutol S olarak da satılmış.

FX-15'ten çıkan ilk makarayı astığımda içimden bunların bugüne kadar gördüğüm en güzel negatifler olduğunu düşündüğümü söylemeliyim. Son derece güzel baskı da veriyorlar. 35mm filmde aldığım sonuçlardan ise henüz çok emin değilim. Sanki normalden hafif daha grenli gibi. 35mm için farklı sulandırma oranlarıyla denemeler yapmam lazım daha.

FX-15'in formülü internette bulunabilir. Hazırlaması maalesef biraz zaman alıyor çünkü gerekli kimyasal çeşidi olağandan fazla. En başta, geliştirme ajanı olarak hem Metol hem de Fenidon içeriyor.

Önce internette önerilen 1+3 sulandırma oranını ve 17 dakikalık geliştirme süresini kullandım. Bir süre sonra birazcık daha doygunluk istedim negatifte. Sulandırmayı 1+2, geliştirme süresini ise 16 dakika yaptım (20 derece). Bu şekilde elde ettiğim negatifler gayet güzel.

Baskılar içinse bu kez plastik kartlar kullandım. Elimde 30x40cm Ilford Portfolio'dan 50'lik bir kutu vardı ve yıllardır duruyordu. Uzun bir aradan sonra geçenlerde kullanınca kart kenarlarının biraz grileştiğini gördüm. Bunun üzerine daha fazla bayatlamadan kalan kartların orta kısımlarına baskılar yapmaya başladım. Baskı kenarlarını ise giyotinle kırpıyorum.

Bu yazıdaki baskıların orijinalleri aşağıda.

Büyütmek için tıklayın

Teknik konulara çok meraklı olanınız varsa hadi sizi de kırmayayım: Baskıları Focomat 2C agrandizörde Focotar 100mm optikle yaptım. Kart banyosu olarak ev yapımı PQ-62 formülünü, Sepia toner içinse Tetenal'in ürününü kullandım.

Bugün çenem düştü, yazı uzadı. Oluyor böyle bazen. Umarım okuduğunuza değmiştir. Haydi bana müsaade...bütün fotograf dostu okuyucalara sevgiler!

7 Eylül 2014 Pazar

Mısır Tarlasında Çocuk

Akçakoca, 2010
Salinger'ın "Catcher In The Rye" kitabını* okuduğum dönemlerdi. Sonlara doğru, romanın kahramanı Holden'a hayatta ne yapmak istediği sorulunca hayalini anlatır. Bir çavdar tarlası düşlemektedir ama bir ucu uçurumdur ve tarlanın içinde çocuklar oynamaktadır. Holden, uçuruma çok yaklaşan çocukları tutan kişi olmayı ister.

Akçakoca'da bir mısır tarlasının yanından geçerken aklıma Holden'ın hayali geldi. İşte tarlada bir çocuk koşturmaktaydı. Tarlanın arka ucu Karadeniz'e düşen bir uçurumdu. Çavdar değildi, mısırdı tarlada yetişen gerçi ama olsun; hatta fotograf açısından daha iyi, çünkü uzun mısır sapları sert rüzgarda bir eğilip bir doğruluyordu. Çocuğa dur dedim; durdu. İçinde rüzgar da olsun diye fotografı düşük enstantanede çektim.

*Türkçe'ye "Gönülçelen" ve "Çavdar Tarlasında Çocuklar" olarak iki farklı şekilde çevrildi.

Meraklısı için karanlıkoda muhabbeti:

Epeydir sepia toner kullanmıyordum. Geçenlerde direnci kırıp Tetenal'in yeni sepia toner'ini almaya karar verdim. Eskiden Triponaltoner adında bir ürünleri vardı. Kimya oranlarını ayarlayarak sarımtraktan kahverengiye kadar uzanan bir ton paleti elde edilebiliyordu. Niye bilmiyorum, ama sanırım o ürün kalkmış, sadece "Sepia Toner" adında yeni bir ürün çıkartmışlar. Bunda ise tek bir sepia ton elde edilebiliyor.

Ağartma banyosunu kullanma kılavuzunda yazılandan çok daha seyreltik bir şekilde hazırladım. Siyahların değil de, daha çok açık tonların sepiaya kaydığı baskıları seviyorum. Bu ağartma banyosuyla Ilford Multigrade kartta anca 1.5 dakika sonra beyazlar erimeye başlar iken, buradaki foto için kullandığım Ilford Galerie kartta 30. saniyede epey bir beyaz uçmuştu. Aşağıda ağartmadan çıkmış ve iyice yıkanmış baskıyı görebilirsiniz. Üstüne tıklayarak fotografları daha büyük görebilirsiniz. Bir de bunlar ıslak kartların fotoları olduğu için bir miktar yüzey yansıması var, onları idare edeceksiniz artık.

30 saniye ağartma sonrası - 30 x 40cm Ilford Galerie Grade3
Siz aslında bir de Forte'nin Fortezo kartını görün. Ağartma solüsyonunun buharı bile etki etmeye başlayacak nerdeyse...yani değer değmez beyazdan siyaha bütün her şey erimeye başlıyor! İş karttan karta değişiyor anlayacağınız.

Ağartmadan sonra iyice yıkanan baskının üstüne toneri boca edince bildiğimiz sepia tonu elde ediyoruz.

Tonlama sonrası

Aynı karta ikinci bir baskı daha yapmıştım. Onu da tonlamadan bıraktım.

Tonlanmamış baskı
Şimdi baskılar kurudu ve ikisini yanyana koyduğumda tonlanmışı daha lezzetli duruyor diye düşünüyorum.

Birçok kişinin geriye dönüp daha eski yazıları okumadığını varsaydığım için sepia hakkında yazdığım başka bir yazıya da bir link koyayım. İlgilenirseniz yazının sonlarına doğru inmeniz gerekecek.

O dönemde elimde bir Olympus SLR makina vardı. Çok sevmiştim Olympus'u ve özellikle Zuiko optiklerini. Bu fotografı 28mm/f2.8 ile çekmiştim. Film olaraksa Ilford FP4+ kullandım ve bunu 1'e 1 sulandırılmış XTOL'de yıkadım.


24 Ağustos 2014 Pazar

Yeni Mekanlar

Erkal ve Taylan, Tophane, Temmuz 2014
Taylan Bağcı'dan iki sene evvel bir yazıda bahsetmiştim. Bu blog vesilesiyle tanışmıştık, o gün bugündür de dostuz. Taylan, Beyoğlu Kumbaracı Yokuşu'ndaki mekandan çıktı, daha aşağılarda Tophane'deki yeni yerine taşındı. Burada sadece kendi fotograflarını basmıyor, karanlıkoda dersleri de veriyor. Siz de bu işlere hevesliyseniz ama balıklama dalmaktan çekiniyorsanız önce tadımlık niyetine Taylan'la birkaç seans yapabilirsiniz. Mesela fotograftaki Erkal öyle yaptı, kalktı taa Bursa'dan haftasonluğuna geldi. Atölyeye uğradığımda ilk baskılar çıkmaya başlamıştı bile. Bir hatıra fotografı ile anı ölümsüzleştireyim dedim.

Atölyede 35mm'den 4x5 inç filme kadar her ebat negatiften baskı yapabiliyorsunuz. Yanında nefis kahve servisi bedava. Taylan yeni bir web sayfası yapmış, buradan da bakabilir veya iletişime geçebilirsiniz: Taylan Bağcı.

Şansınız varsa yerli, yabancı fotografçılarla da karşılaşabilirsiniz burada. Mesela Nisan'da Amerika'dan Eric Kim gelmişti (arka sıra soldan ikinci). Charlie Kirk (nazar boncuğunu gösteren) ile beraber bir sokak fotografçılığı workshop'ı düzenliyorlardı. Bir "groupie" çekelim dedim...o günden de bir hatıra kaldı böylece.

Atölyenin misafirleri (ve evsahibi), 19 Nisan 2014
Bu sene taşınma belasına bulaşan sadece Taylan değildi, zat'ı aliniz de aynı durumdaydı. Komple ev taşıdık ama neyse ki çok uzaklara gitmedik, aynı mahalledeyiz. Yeni evde de bir karanlıkoda kurduk. Daha her şey yüzde yüz oturmadı ama bir süredir yeni mekanımda baskılar yapıyorum...artık ufak tefek şeyler zamanla oturacak. Daha fotograf bile asamadım duvarlara yav!

Bu fotograf karanlıkodanın girişi. Solda masa var şu anda, ama koltuk vb bir şeyler de sığar oraya. Sağ duvara fotograf asılabilir. Kapının yanında emektar Vaude çadırımız...daha yeni Bolu'dan kamptan döndük de. Kapının kenarlarına ışığı bloke edecek kartonlar yapıştırdım. Ne kadar iptidai görünüyor!


Ortaya agrandizörlerin olduğu masayı aldım...


çünkü leğenleri dizeceğim tezgah en iyi kapının soluna sığıyordu. Agrandizör masasını ortaya alarak arkamı döndüğümde kartı hemen kimyasala sokabiliyorum. Tezgahın bir de pencere önünde olması güzel; negatif keserken, bir şeyler yazarken düzgün ışık oluyor.


Aşağıda tezgahın üstünden odanın arka taraflarına doğru bakışı görüyorsunuz. Hayır, sağ köşedeki diskotek bozması köşeyi ben yaptırmadım. Bizden önce oturanlarda burası genç odasıydı, ondan dolayı! Ben de kırdırmadım, öyle bıraktım. Arka duvardaki rafları bıraktılar sağ olsunlar; onlar çok kullanışlı.


Son fotografı tezgahın diğer ucundan kapıya doğru çektim. Raflar diskotek köşesinden kapıya doğru devam ediyor. Bir de masa var. Kapıysa aslında camlı. Camların üstünü ışık geçirmez kumaşla kapattım. Her şeyin üstüne de fotoda gördüğünüz kahverengi ışık geçirmez (Bauhaus) kumaşı taktım. Çok basit bir şekilde ahşap kapının üstüne çiviledim.


Focomat 2C üstünde orta format negatifler için 100mm V-Elmar optik vardı yakın zamana kadar. V-Elmar öyle ahım şahım değil, büyükçe baskılarda kenar keskinliği zayıf. Şimdiyse Ebay'den bir 100mm Focotar optik buldum ve Cuma akşamı ilk baskıları yaptım. Valla Focotar şahane ve çok mutluyum!

Bizden haberler bu şekilde dostlar. Hepinize sevgiler...

25 Temmuz 2014 Cuma

Yerel Seçim Mitingi

CHP mitingi, Kadıköy, 29 Mart 2014

"Önümüzde olup bitenden daha ilginç olacak fotografı nasıl çekeriz? Problemimiz tam da bu işte!"
                                                                                                                               
                                                                                                                                        Gary Winogrand

Bu kadar güzel ifade edilebilir. Gary Winogrand ile bu söyleşiyi dinlemenizi öneririm.

* İngilizce orijinali: "How do you make a photograph that's more interesting than what happened? That's really our problem!"

17 Haziran 2014 Salı

Nart Ateşi

Babalı sahili, Kefken, 21 Mayıs 2010

Her yıl 21 Mayıs'ta Çerkesler 1864 sürgününü ve kıyımını anarlar. Çarlık Rusya'sının Kafkas'lardan zorla sürdüğü Çerkes halkları açlık, hastalık, sefalet şartlarında bindirildikleri teknelerle Karadeniz'e açılırlar. Büyük kayıplar vererek Türkiye sahillerine varırlar. Denize atmasınlar diye kucağındaki cansız bebeğine ninni söyleyip pışpışlayan annelerin hikayesi ise hala dilden dile dolaşır.

2010 yılında Kefken Babalı sahilinde yapılan hüzün dolu anma törenlerine Çerkes kökenli bir muhabir arkadaşımla gittik (web sayfası). Hava kararınca Nart Ateşi yakıldı ve koca sahili meşaleler aydınlattı. 

Fotograf tekniğiyle ilgili bir soruya - nasıl foto çekmeli falan gibi - ne cevap vermiş efsane muhabir Weegee? "f/8 ve orada ol" !

Meraklısı için karanlıkoda notları:

Zordu be dostlar, ne diyeyim? Bu kareyi ilk kez 4 sene önce basmıştım. Biraz daha iyisi çıkar mı, o meşale alevlerinden biraz daha detay gelir mi diye merak ediyordum hep. Olmadı. 2.5 saat sonunda pes ettim, alevlere has çok ekstra bir müdahale yapmadan bıraktım. Yaptığım denemelerin, harcadığım kartların yarısını bir leğene koyup fotoğrafını çektim. Sizinle de paylaşayım. Hep olmuş meyvayı gösterecek değiliz ya.

Büyütmek için tıklayın
Negatife bakarsanız sıkıntı sanırım daha iyi anlaşılır. Karenin altlarına doğru negatifin yapılanması epey zayıf iken meşale alevleri uçmuş…kurşun geçirmez dedikleri cinsten.


Elimde bir densitometre yok, ama benim tahminimi filmin karakteristik eğrisi üzerinde anlatmaya çalışayım. Aşağıda web’den bulduğum rastgele bir filmin kararma eğrisi var (her film için farklı). X ekseni filme düşen ışık miktarını, Y ekseni ise filmin tepkisini, yani kararmasını gösteriyor.


Gördüğünüz gibi, negatifte bir kararmanın başlaması için bir eşiği aşmak lazım öncelikle, aksi takdirde film tepki vermiyor (1 ile gösterilen nokta). Filmin hızını bu eşik belirliyor. Eşiği geçtikten sonra ışıkla orantılı bir kararma başlıyor. Hayatta her şey bir yere kadar tabii; sonsuz kararma olamayacağına göre bir noktadan sonra film artık tepki vermiyor. Burası da filmin omuz bölgesi (grafikte 4). 

Tahminimce gölge alanlar grafikte yeşil işaretlediğim kısımlardayken meşale alevleri kırmızı işaretli yerlerde. Bu bölgede ise artık ton ayrışması diye bir şey yok. Öyle olunca da siz baskıda istediğiniz kadar poz verin, alevler olsa olsa homojen bir griye dönüşüyor…c'est la vie. 

Aşağıda dört yıl evvel yaptığım baskıyı sağda, yenisini ise solda görebilirsiniz.

Büyütmek için tıklayın
Eski baskı 24x30 cm’lik fiber tabanlı Ilford Multigrade Warmtone karta. Yenisini ise, çok kasacağımı bildiğim için, daha hızlı ilerlemek adına Ilford Multigrade plastik (RC) karta yaptım. Yeni baskıda farklı olarak kartı flaşladım*, bu da özellikle arka planda daha iyi ayrışma sağladı. Öndeki figürlerin arasından bakarsanız görülebilir.

Karanlıkodada sıcak yüzünden yarı çıplak (hatta bazen “the full monty”) dolaştığımız günler de başladı valla. Klima mı taktırsam, ne yapsam bilemiyorum. O kadar konfor bana fazla gelebilir.

*Flaşlama için: link

1 Haziran 2014 Pazar

Şehit Mustafa Aydoğdu

Kadıköy, 2014
Bir önceki yazımda bahsettiğim vapur serisinden bir kare daha paylaşayım. Öğleden sonra iyice yatan güneşte Şehit Mustafa Aydoğdu vapuru ışığı yandan ala ala Kadıköy'e yaklaşıyor. Burundaki fenerden dönen çiftin doğru zamanda, doğru yerde, doğru bir şekilde görünmesi içinse ben içten içe dua ediyorum.

Ufak birkaç teknik not:
Epeydir hazır film banyosu almadım ve evde hazırladıklarımla elde ettiğim sonuçlardan gayet memnunum. Burada Tmax400'ü her zamanki gibi 200'de pozladım ve Ilford Microphen eşleniği olduğu yazılan ID-68 formülünde yıkadım.


Son zamanlarda yeni bir formül deniyorum ve şu ana kadar nefis negatifler çıkıyor ortaya. Biraz daha tecrübe edeyim de öyle yazayım bunun hakkında.

Vapur fotografını 30x40cm boyutlarındaki kağıt tabanlı Ilford Warmtone karta da bastım. Görüntünün ebatları olarak 20x30cm tercih ediyorum.

Baskı son yıkamada...büyütmek için tıklayın

25 Mayıs 2014 Pazar

Şehit Metin Sülüş

Eminönü, 2013
"Ne tür fotograflar çekersin?". Geçen gün kendilerini sokak fotografçısı olarak nitelendirenlerin bulunduğu bir mecliste* bana bu soru sorulunca ne diyeceğimi şaşırdım. Anlamsız geldi soru, bünyem reddetti diyebilirim. O an bir şeyler geveledim - ne dediğimi de şimdi hatırlamıyorum - ama sonra akşam kafayı biraz daha toparlayıp soruyu aklımda evirip çevirdim. Ve sanırsam verebileceğim en iyi ve dürüst cevap şu olmalıydı: "İyi fotograflar çekmeye çalışıyorum". Ne diye kendimi sokak, veya doğa, veya bilmemne fotografçısı şeklinde bir kategoriye sokayım ki? Ben amatörüm en başta. Fotografı ve ona bakmayı sevdiğim için fotograf çekiyorum.

Belli bir kategoride fotograf çekmesem de elimde fotograf makinasıyla yürürken aklımın bir köşesinde, nasıl desem, birtakım "kutucuklar" vardır. Evde oturup hayaller kurarken, "proje yapayım, dökümcüleri çalışayım arkadaş" gibi yaygın olduğunu sandığım bir mentaliteyle yaklaşmıyorum ben bu işe. Fotograf çekme eylemi esnasında kafamda bazı fikirler, olanaklar, potansiyeller, yani yukarıda bahsettiğim o kutucuklardan biri oluşuverir. Sonra ilerleyen dönemlerde yine fotograf çekerken o kutucukların içini doldurabilir miyim diye bakarım; tabii bir yandan yeni potansiyelleri kollayarak. 

Örneğin, bir evvelki Rahatı Kaçan Ağaç fotograf serisini ilk fotograf tetikledi. Bunun karmaşık, yoruma açık ve zor ele gelen yapısı hoşuma gitti, kafamda bir nevi kutucuk açıldı. O günden sonra ne zaman ormanda gezdiysem kafamda bu kutucuğun varlığının bilinciyle gezdim, o ilk fotografı zenginleştirecek başka fotograflara karşı gözüm açık dolaştım.

Yukarıdaki vapur fotografı çok daha naif belki, ama o da başka bir kutucuk işte. Kadıköy'e çok yakın yaşayan, neredeyse her haftasonu vapura binen, bir hafta yurtdışına çıksam Kadıköy-Eminönü vapur yolculuğunu özleyen biri olarak vapurların fotografını çekmemek olmaz ki şimdi. Vapurları, özellikle eski olanlarını seviyorum ve hemen ayağımın dibindeler, çok da güzel fotograf veriyorlar. Ama tabii bir de vapurların etrafında ve içinde dönen bir hayat var. Asıl bu hayatı da dahil etmek istiyorum. Neticede zaman içinde bir vapur serisi oluştu, oluşuyor, büyümeye devam ediyor.

Buna benzer, hem somut hem de soyut konular, kutucuklar var aklımda. Kimisini bir kağıda yazmışım, karanlıkodada mantar panoya iğnelemişim. Amaç proje olsun, sergi olsun, kitap olsun değil, hiç derdim değil...iyi fotograf olsun, yeter!

*Eric Kim ve Charlie Kirk İstanbul'da bir sokak fotografçılığı atölyesi düzenlediler, Taylan Bağcı'nın atölyesinde de karanlıkoda ve film banyosu üstüne epey uzun bir film çektiler: Taylan Bağcı ile Film Banyosu ve Baskı. Ben de bir süre oradaydım ve muhabbet orada açıldı.

Zaman geçiyor, canavar gibi yeni fotografçılar ortaya çıkıyor. Dünyayı dört bucak gezmişler, müthiş fotograflar gösteriyorlar falan, ama siyah beyaz film banyosu hiç yapmamışlar, baskı hiç yapmamışlar, sudan çıkan negatifi görünce gözlerini faltaşı gibi açıp "vaaay bee" diyorlar. Eleştirmek için değil, fotografik topografyadaki müthiş hızlı değişim bana çok ilginç geldiği için söylüyorum.

Geçen gün bizim velet geldi, elinde dinozor çıkartmaları, bana iki tane hediye etti. Birini agrandizöre, diğerini de Leica makinamın üstüne yapıştırdım. Artık tescilli dinozorum :)

Birkaç kısa teknik not...meraklısına:
Rangefinder makinanın üstünde 35mm optik, içinde de Kodak Tmax400 film vardı. Filmi 200 gibi pozlayıp, geçen sene hakkında yazdığım Spur HRX-3 New film banyosunda yıkadım.

Negatif
Hem optik, hem film, hem de banyo sağ olsun, alabildiğine detay var negatifte.

Aşağıda kağıt tabanlı 30x40cm Ilford Multigrade karta yaptığım bir baskıyı görebilirsiniz. Şu vapurun bacasından duman çıkınca çok güzel oluyor arkadaş!

Büyütmek için tıklayın

12 Mayıs 2014 Pazartesi

Rahatı Kaçan Ağaç





* Başlık, Melih Cevdet Anday'ın aynı adlı şiirinden alınmıştır.