28 Eylül 2014 Pazar

Pompeiopolis - Soli

Pompeiopolis, Mersin - 2014
Mersin'i geride bırakıp Mezitli'ye vardığımızda güneye döner, bir süre sonra bu sütunların yanından geçip Viranşehir sahiline varırdık. Sütunları hayretle gördüğüm an Adana'da başlayan yolculuğun sonuna geldiğimizi anlardım. 80'lerin başlarıydı. İlkokuldaydım. Yazları birkaç ay Viranşehir kamp alanında birçok başka yazlıkçıyla beraber çadır kurardık ailecek. Çadırın kısmen tabanı yoktu diye hatırlıyorum; yani kum üstündeydik. Şamandıralı oltamla tuttuğum çupralar ve ailevi gerginliker hala canlı bir şekilde hafızamda...bir de sahilin ucundaki büfede bir çocuğun getirdiği Commodore 64 bilgisayar. Oyunları hep kendi oynardı namıssız!

İlkokuldan sonra Viranşehir'e gitmeyi bıraktık. Mersin-Erdemli arasındaki yazlık sitelerin büyük ölçekli yapımına başlandığı, o uzun apartman duvarının örüldüğü dönemlerdi. Aradan geçen 30 yılda Viranşehir'deki sütunlara ne olduğunu hep merak etmişimdir ama bir türlü gidip bakmak kısmet olmamıştı. Zaten uzunca bir süredir Mersin'in Mezitli'yi yuttuğunu, Viranşehir'in artık koca şehrin içinde kaybolup gittiğini duymuşumdur.

Bu yaz şeytanın bacağını kırdık. Sıcağın bir nebze olsun hafiflediği bir öğleden sonra hanımla beraber minibüse atlayıp Mezitli'nin yolunu tuttuk. Google Maps'ten harabeleri tespit ettik. GPS yardımıyla doğru sapakta minibüsten indik. Ana yoldan güneye giden caddeye girdik. Apartmanların, Suriye'lilerin açtığı dükkanların arasından geçtikten bir süre sonra önümüzde bir boşluk açıldı ve karşımıza denize doğru yaklaşık 400m uzanan sütunlar çıktı. 80'lerde korumasız bir biçimde bir sazlık denizinin ve bataklığın ortasındaydılar. Şimdi etrafları tellerle çevrilmişti. Deniz tarafındaki uçta arkeolojik kazılar ve restorasyon çalışmaları yapılıyordu. Bir şekilde korunmaya çalışıldığını görmek sevindirici. Diğer yandan, para ve rant için her şeyin feda edilebildiği bu memlekette neyin ne kadar korunabileceği belli olmuyor. 

Baştaki fotografı kuzeyden denize doğru çektim. Aşağıdaki ise kuzeye doğru bir bakış. Binalar antik yolu yutacakmışçasına yaklaşmış.

* Bu sütunlar aslında daha içerideki tarihi Soli ve ardından Pompeiopolis kentine sahildeki limandan bağlanan yolun parçasıydı.


Pompeiopolis, Mersin - 2014

Meraklısı için teknik bir muhabbet:

İlk kez renkli bir ana fotograf kullanıyorum. Sepia tonlanmış baskının tarayıcı çıktısının orijinali gibi gözükmesi için biraz uğraşmam gerekti. Neyse, oldu bir şekilde.

Yanıma sadece Rolleiflex T makinayı almıştım. Tellere tırmanarak veya tellerin arasından çekmek gerekti. İlk fotograf için Kodak Tmax400 filmi ev yapımı FX-15 film banyosunda yıkadım.


Son 10-15 orta format filmimde FX-15 kullandım. Bu formül The Darkroom Cookbook'un bendeki basılı versiyonunda bulunuyor ve yazarlar Geoffrey Crawley'in 60'larda geliştirdiği FX serisi film banyoları içerisinde özellikle bunu öneriyorlardı. Bir zamanlar piyasada Paterson Acutol S olarak da satılmış.

FX-15'ten çıkan ilk makarayı astığımda içimden bunların bugüne kadar gördüğüm en güzel negatifler olduğunu düşündüğümü söylemeliyim. Son derece güzel baskı da veriyorlar. 35mm filmde aldığım sonuçlardan ise henüz çok emin değilim. Sanki normalden hafif daha grenli gibi. 35mm için farklı sulandırma oranlarıyla denemeler yapmam lazım daha.

FX-15'in formülü internette bulunabilir. Hazırlaması maalesef biraz zaman alıyor çünkü gerekli kimyasal çeşidi olağandan fazla. En başta, geliştirme ajanı olarak hem Metol hem de Fenidon içeriyor.

Önce internette önerilen 1+3 sulandırma oranını ve 17 dakikalık geliştirme süresini kullandım. Bir süre sonra birazcık daha doygunluk istedim negatifte. Sulandırmayı 1+2, geliştirme süresini ise 16 dakika yaptım (20 derece). Bu şekilde elde ettiğim negatifler gayet güzel.

Baskılar içinse bu kez plastik kartlar kullandım. Elimde 30x40cm Ilford Portfolio'dan 50'lik bir kutu vardı ve yıllardır duruyordu. Uzun bir aradan sonra geçenlerde kullanınca kart kenarlarının biraz grileştiğini gördüm. Bunun üzerine daha fazla bayatlamadan kalan kartların orta kısımlarına baskılar yapmaya başladım. Baskı kenarlarını ise giyotinle kırpıyorum.

Bu yazıdaki baskıların orijinalleri aşağıda.

Büyütmek için tıklayın

Teknik konulara çok meraklı olanınız varsa hadi sizi de kırmayayım: Baskıları Focomat 2C agrandizörde Focotar 100mm optikle yaptım. Kart banyosu olarak ev yapımı PQ-62 formülünü, Sepia toner içinse Tetenal'in ürününü kullandım.

Bugün çenem düştü, yazı uzadı. Oluyor böyle bazen. Umarım okuduğunuza değmiştir. Haydi bana müsaade...bütün fotograf dostu okuyucalara sevgiler!

7 Eylül 2014 Pazar

Mısır Tarlasında Çocuk

Akçakoca, 2010
Salinger'ın "Catcher In The Rye" kitabını* okuduğum dönemlerdi. Sonlara doğru, romanın kahramanı Holden'a hayatta ne yapmak istediği sorulunca hayalini anlatır. Bir çavdar tarlası düşlemektedir ama bir ucu uçurumdur ve tarlanın içinde çocuklar oynamaktadır. Holden, uçuruma çok yaklaşan çocukları tutan kişi olmayı ister.

Akçakoca'da bir mısır tarlasının yanından geçerken aklıma Holden'ın hayali geldi. İşte tarlada bir çocuk koşturmaktaydı. Tarlanın arka ucu Karadeniz'e düşen bir uçurumdu. Çavdar değildi, mısırdı tarlada yetişen gerçi ama olsun; hatta fotograf açısından daha iyi, çünkü uzun mısır sapları sert rüzgarda bir eğilip bir doğruluyordu. Çocuğa dur dedim; durdu. İçinde rüzgar da olsun diye fotografı düşük enstantanede çektim.

*Türkçe'ye "Gönülçelen" ve "Çavdar Tarlasında Çocuklar" olarak iki farklı şekilde çevrildi.

Meraklısı için karanlıkoda muhabbeti:

Epeydir sepia toner kullanmıyordum. Geçenlerde direnci kırıp Tetenal'in yeni sepia toner'ini almaya karar verdim. Eskiden Triponaltoner adında bir ürünleri vardı. Kimya oranlarını ayarlayarak sarımtraktan kahverengiye kadar uzanan bir ton paleti elde edilebiliyordu. Niye bilmiyorum, ama sanırım o ürün kalkmış, sadece "Sepia Toner" adında yeni bir ürün çıkartmışlar. Bunda ise tek bir sepia ton elde edilebiliyor.

Ağartma banyosunu kullanma kılavuzunda yazılandan çok daha seyreltik bir şekilde hazırladım. Siyahların değil de, daha çok açık tonların sepiaya kaydığı baskıları seviyorum. Bu ağartma banyosuyla Ilford Multigrade kartta anca 1.5 dakika sonra beyazlar erimeye başlar iken, buradaki foto için kullandığım Ilford Galerie kartta 30. saniyede epey bir beyaz uçmuştu. Aşağıda ağartmadan çıkmış ve iyice yıkanmış baskıyı görebilirsiniz. Üstüne tıklayarak fotografları daha büyük görebilirsiniz. Bir de bunlar ıslak kartların fotoları olduğu için bir miktar yüzey yansıması var, onları idare edeceksiniz artık.

30 saniye ağartma sonrası - 30 x 40cm Ilford Galerie Grade3
Siz aslında bir de Forte'nin Fortezo kartını görün. Ağartma solüsyonunun buharı bile etki etmeye başlayacak nerdeyse...yani değer değmez beyazdan siyaha bütün her şey erimeye başlıyor! İş karttan karta değişiyor anlayacağınız.

Ağartmadan sonra iyice yıkanan baskının üstüne toneri boca edince bildiğimiz sepia tonu elde ediyoruz.

Tonlama sonrası

Aynı karta ikinci bir baskı daha yapmıştım. Onu da tonlamadan bıraktım.

Tonlanmamış baskı
Şimdi baskılar kurudu ve ikisini yanyana koyduğumda tonlanmışı daha lezzetli duruyor diye düşünüyorum.

Birçok kişinin geriye dönüp daha eski yazıları okumadığını varsaydığım için sepia hakkında yazdığım başka bir yazıya da bir link koyayım. İlgilenirseniz yazının sonlarına doğru inmeniz gerekecek.

O dönemde elimde bir Olympus SLR makina vardı. Çok sevmiştim Olympus'u ve özellikle Zuiko optiklerini. Bu fotografı 28mm/f2.8 ile çekmiştim. Film olaraksa Ilford FP4+ kullandım ve bunu 1'e 1 sulandırılmış XTOL'de yıkadım.