25 Kasım 2013 Pazartesi

İznik Gölü

İznik, 2013
Fotograf yolculuğunu -hem gerçek hem de mecazi anlamda- seviyorsanız sakin bir akşam 50 dakikanızı şu Polonya yapımı filme ayırmanızı öneririm:
http://ninateka.pl/film/dziennik-z-podrozy-piotr-stasik

82 yaşındaki Polonyalı meşhur bir fotografçı, Tadeusz Rolke, ile 15 yaşındaki bir gencin bir karavanı karanlıkodaya çevirip Polonya'da kentten kente dolaşmalarını, karşılarına çıkan insanların fotograflarını çekmelerini, karavandaki karanlıkodada baskılar yapıp sonra da fotografları aynı insanlara hediye etmelerini konu alan, biri eski kurt diğeri toy bu iki fotografçı arasındaki diyaloglarla zenginleşen, aynı zamanda didaktik meselelere de sıkça dokunan filmi iki kere keyifle izledim; sanırım yakında bir daha izlerim.

Filmde dil Lehçe ama İngilizce alt yazı var. Kaçırmayın!

Meraklısı için kısa teknik notlar:
Rangefinder tipi 35mm makinada 28mm optik vardı. Kodak Tmax400 filmi SPUR HRX-3 New film banyosunda yıkadım.

Ne yalan söyleyeyim, baskı biraz uğraştıracak diye düşündüm ilk başta. Ama bir iki test şeridinden sonra baktım ki bütün tonlar hiç naz yapmadan karta geçiyor...

Fiber 30x40cm Ilford MGIV kartı yine SPUR'un bir ürünü olan Acurol-P kart banyosunda geliştirdim. Geleneği bozmayalım, fixer'den yeni çıkmış (bir iki kere de sudan geçirilmiş...baskının üstünde sabitleme kimyasalını uzun süre tutmak iyi değil)) ıslak baskıyı sona koyalım. 30x40cm karta 20x30cm ebatında fotograf tercih ediyorum. Kenar boşlukları fotografın kendisini daha bir öne çıkartıyor diye düşünüyorum. Ama zaten paspartu yapılacaksa buna gerek yok tabii ki.

Büyütmek için tıklayın

9 Kasım 2013 Cumartesi

Afyon'da Kar

Afyon, 2000
İlk kar tanesi Bozüyük'te düştü. Karın şiddetini arttırması ve şehirlerarası yolu adeta coğrafyadan silen bir tipiye dönüşmesi çok uzun sürmedi. Afyon'a vardığımızda iyice gerilmiş sinirlerimizi İkbal lokantasının camız kaymaklı ekmek kadayıfıyla yatıştırdık. Afyon'da mahsur kalmıştık. Yolda şarampole yuvarlandıktan ve zaten artık çok uzağa gidemeyeceğimizi anladıktan sonra telefonla kalacak bir yer ayarlamıştık neyse ki.

Ertesi gün fotograf çeke çeke Afyon'un eski bir mahallesinde gezinirken yıllanmış bir evin kapısında bir amca bizi selamladı. Tipik "nereden geliyorsunuz...nereye gidiyorsunuz"lardan sonra içeriye buyur etti. Bir anlık tereddütün ardından "e hadi girelim biraz" dedik. Tam kapının eşiğinde amca "geçin yavrularım geçin, birazdan imanınızı gevreteceğim" demez mi? Birer ayağımız havada, o kritik saniye içinde arkadaşlarla göz göze geldik. Devam mı, yoksa gerisin geriye mi? Aslında artık çok geçti, geri dönmek büyük ayıp olurdu. Mecburen Hensel ve Gretel misali içeri girdik. "Buyrun, birazdan perdeyi açacağım, imanınızı gevreteceğim" diyerek evin derinliklerine doğru bizi sürükledi. Evi gezdire gezdire hikayesini anlatmaya başladı. Karısı ölmüştü. İşte şu odada çiçekleri büyütüyordu. Şurası da mutfaktı. Yıllarca severek marangozluk yapmıştı. Öte köye gitsek hala "Omega saat gibi tık açılan, tık kapanan" ahşap pencereyi görebilirdik. Anlatıyordu ama bir türlü şu açılacak olan perde ve gevreyecek olan imanımızla ilgili durum netleşmiyordu. Oturma odasında beşimiz bir kanepeye yerleştik, o da tek başına karşımıza geçti. "Şimdi perdeyi açıyorum" dedi...ve bir Türk sanat müziği şarkısı söylemeye başladı! Meğer açılacak olan perde buymuş! Hayati amca bir sanat müziği korosundaymış, ona istinaden bize şarkı söylemek istemiş. İyi de güzel amcam, misafire imanınızı gevreteceğim denir mi yav?

Hayati bey, Afyon, 2000
Konser bittikten sonra fotograf için izin aldım. Makinayı sehpaya bağladım. Arçelik marka teypli radyosu, çalar saati ve duvardaki takvimi ile beraber, hayatının sonbaharını yalnız yaşayan Türk sanat müziği tutkunu, eski marangoz Hayati amcanın portresini çektim.

Ayrılmadan önce adresini aldım ve sonradan postayla fotografı gönderdim. Portresini çektiğim insanlara mutlaka bir baskı ulaştırmaya çalışırım. Hayati amca ise sürpriz yaptı, bir kart yolladı. Fotografı almıştı, teşekkür ediyordu. O kadar ince bir insandı işte.

1 Kasım 2013 Cuma

Angkor - Portre

Angkor, Kamboçya, 2006
Portre çekmeyi çok severim ve fırsatları kaçırmamaya çalışırım. Yine de konu "egzotik" olunca artık tereddütlerim oluyor. Deklanşöre basmadan önce o konu ne kadar turizm için var, ne kadar özgün bir şekilde var, ona bakıyorum. Turizmin hiç hoşlanmadığım bir yanı şu: bazı şeyler salt turizme hizmet için yapay olarak varlıklarını sürdürüyor veya yaygınlaşıyor. Bunlardan biri "egzotik/otantik" denilebilecek bir yaşam tarzı veya gelenek olunca çok iğreti bir durum ortaya çıkıyor. Hemen aklıma son yıllarda her yerde görmeye başladığımız mevlevi semaları geliyor. Örneğin Akdeniz oyunlarının açılışında sema gösterisi yapılıyor. Tasavvufun bu şekilde turizm malzemesi, şov malzemesi yapılması bana göre rezalet. Ve böyle bir semada çekilen fotograf gerçekten bir sema fotografı olabilir mi?

Neyse ki Angkor'daki rahiplerde böyle bir durum yoktu. Gayet kendi hallerinde, turizmden bağımsız bir şekilde günlük yaşamlarını sürdürüyorlardı. Buradaki portreyi iki aylık bir Güneydoğu Asya seyahatinde çektim. Karımla beraber işten ayrıldık, sırt çantalarımızı yüklendik ve yola çıktık. Kamboçya'daki devasa antik Angkor'a ise bir tam hafta ayırdık. Fotograftan belki pek belli olmuyor ama sevecen, esprili gençlerdi. Pek anlaşamasak da bol bol güldük :)

Meraklısı için mutfak işleri:
Leica M6 makinada Ilford Delta100 film kullandım. Film geliştirme banyosu ID11'di.

Negatif
Yedi sene önce çekmişim Angkor'da rastladığım genç rahiplerin fotograflarını (toplam 16 kare) ama ilk kez geçen haftasonu bu negatifi basayım dedim. Bir akşam doğrudan fiber kartla ve sert kontrastla işe giriştim ama ertesi sabah gün ışığında baktığımda  kontrast gözüme abartı gözüktü. Arkadaki figür de kafamı kurcalayıp duruyordu. Fotografa olumsuz mu etki ediyor, ondan hala çok emin değilim. İlk baskıda biraz maskeleyerek daha çok ortaya çıkartmıştım. Ama ikinci akşam hem daha yumuşak kontrast kullanmaya hem de arka plana hiç müdahale etmemeye karar verdim.

Bir de bu sefer yeni bir kart banyosu hazırlamıştım: P72 denen bir formül. Kodak Dektol gibi ama Metol yerine Fenidon var. Bir evvelki gün D72, yani ev yapımı Dektol denemiştim. Hem fotografı yeniden basayım hem de P72 diğerine kıyasla nasıl sonuç veriyor ona bakayım dedim.

Bu kez işe plastik kartla başladım. Üç numara sabit kontrastlı, plastik Ilfospeed kart. Normalde biraz kontrastlıdır Ilfospeed, ama hem difüz (yumuşak) ışık veren Meopta'da basıyordum hem de negatif fazla kontrastlı değildi. Yani bu kart bu agrandizörde bu negatife uyabilir diye içimde bir his vardı. Önce yerimiz belli olsun diye iki küçük test yaptım: rahibin yüzü ve civarını alacak şekilde biri f11'de 20 saniye, diğeri de f8'de 20 saniye, yani bir stop poz farkı aralığıyla. Bunları aşağıdaki fotografta, üst sırada görebilirsiniz.

İşin başı (büyütmek için tıklayın)
Çok güzel...biri fazla açık, diğeri de fazla koyu...her iki ucu bu şekilde yakalamak iyi oluyor. Sonra f11'de 25s, 30s ve 35s olmak üzere üç küçük test daha yaptım: yukarıdaki fotoda alt sıra. Bundan sonrası artık sizin zevkinize kalmış, her üçü de olabilir gibi.

Ben ortadaki 30 saniyelik poz iyidir dedim ve tüm kareyi kapsayacak bir düz baskı yaptı. Bu da aşağıda, soldaki baskı. Eh, fena değil...alt taraf biraz fazla mı aydınlık ne? Fotografı çekerken bir yanı açık tek katlı bir yapının kenarındayız, içeriye doğru ışık adım adım azalıyor. Yani alt tarafın daha aydınlık olması gayet doğal. Bu şekilde düz baskı olarak bırakmayı tercih eden olabilir. Bense alt kısma biraz daha ton vermek istedim, o yüzden bir karton kullanarak ortadan itibaren alta doğru 6s (yani %20) ilave poz verdim. Son olarak sol alt köşeyi 4 saniye daha pozladım. Sonuçta alt kısmı biraz daha doygun olan sağdaki baskı çıktı.

Bir iki adım ötesi: solda düz baskı, sağda final baskı (büyütmek için tıklayın)
Plastik karttan sonra fiber karta geçtim. Bir evvelki gün 4 numara kontrast kullanmıştım, şimdi 3.5 numaraya düştüm. Kontrast kontrast nereye kadar yaa? Taze  ıslak baskı:

24x30cm Ilford MGIV Warmtone karta final baskı (büyütmek için tıklayın)
Kimisi daha hızlı olmasından dolayı hep önce plastik karta basar fotografını, orada maskeleme ve yakmalara karar verir, sonra fibere geçer. Ben bunu pek tercih etmiyorum çünkü fiber kartın ihtiyaç duyduğu müdahaleler plastik karttakine uymayabiliyor. Tabii ben böyle dedim diye umarım kimse diğer yöntemden vazgeçmez veya denemeye kalkışmamazlık etmez. Hepimiz farklıyız ve hepimize bu dünyada yer var :)

Haa, bu arada P72 kart banyosunu biraz daha denemem lazım. D72 ise çok iyi. Başka bir gün formüllerini paylaşırım (veya çok merak ediyorsanız yazarsınız, mail atarım).

Sağlıcakla kalın...